5 Ocak 2020 Pazar

Siyah Orfe'nin Doğumu


Günün birinde "2000+X" olarak sonuçlanacak çalışmayı yaparken ulaştığım tuhaf gerçeklerden birisi de, zaman diye tanımladığımız kavrama pek de fazla güvenmememiz gerektiği olmuştu. Görebildiğimiz, duyabildiğimiz, algılayabildiğimiz her şey gibi zaman da sürekli değişiyordu. Takvimlerin ve saatlerin güneşe ve dünyaya uygun çalışması için az uğraşmamıştı insanlar. Bu yüzden binyıl değişiminin yaklaştığı günlerde milyarlarca insanın "2000 yılı geldiği anda acaba neler olacak?" diye bir bekleyişe girmesini şaşırtıcı bulmuştum. 2000 yılı geldiğinde ve sonra 2020 geldiğinde de elbette pek çok şey oldu ama aradaki yirmi yılda çok daha fazlası yaşandı. Dünya pek de önceden düşündüğümüz gibi olmasa da, çok değişti. Yaşananlar süreklidir, saatler ve takvimler kesintilidir. Saniyeler geçtikçe sayılar büyür. Altmış, yirmi dört ve üç yüz altmış beş gibi önceden tanımlanarak sihirli olduğuna inanılmış değerlere ulaşınca dakikalar, saatler, günler, aylar, yıllar geçer. Yaşanan zamanla sayıların gösterdiği arasında sapmalar olduğunda zaman değiştirilemez, sayılar düzeltilir. İstenirse yeni başlangıçlar yapılarak farklı milatlar seçilir. Uzay ve zaman hep aynı kalıyor gibi görünerek sürekli değişir.

Buhar makinesiyle başlayan değişimler insanın hızını çok artırdı. Saate beş kilometre yürüyebilen ve çıkardığı dünya rekortmenleri yüz metreyi ancak on saniye için saatte otuz altı kilometre hızla koşabilen insan, ışığın ve zamanın sırlarını da keşfetmeye başladı. Bir saatte on binlerce kilometre gidebilen roketler yaparak uzaya açıldı. Bir zamanlar parçalanamaz denilen atomun içindeki nötronların ve protonların elektronlarla ilişkilerini anlamaya ve çözmeye başladı. Henüz kimse pek anlamasa da herkesin severek ve benimseyerek kullandığı kavramlar bularak kuantum çağını başlattı. Artık birbirimizle sürekli ve daha çok konuşarak yaşamakta olduğumuz bu "ışık hızında iletişim" çağında ne birbirimizle, ne ürettiğimiz makinelerle, ne doğayla, ne uzayla, ne zamanla, ne de evrenle ilişkimizin eskisi gibi sürmesi beklenemez. Yaşam değişimdir ve değişimin hızı belirleyicidir. Hız, kontrol edilemezse öldürücüdür. Frenleri çalışmayan bir araç yalnızca ölüme götürür. Doğaya uyum sağlayamayan bir hıza ulaşmak, yaşamı ölüme dönüştürür. Işık hızında yaşamaya ve kaçmaya çalışan insanı, ölüm de ışık hızında kovalar. İnsan ışık hızının aşılıp aşılamayacağını merak edebilir. Ölüm yalnızca peşinde olduklarını sessizce ve sabırla kovalar.

Kişisel olarak yaşamımda üç genel milat olduğunu söyleyebilirim. Birincisi Türkiyede'ki ortamın bir anda akıl almaz biçimde değişiverdiği 12 Eylül 1980. İkincisi daha güzel bir dönemi yaşayacağımıza inandığımız iki binli yıllara geçiş yaptığımız 1 Ocak 2000. Üçüncüsü de yeni sosyal iletişim ortamlarında yer alacağım dönemin başlangıcı. İlk kitabımı yazmayı bitirdiğim tarih olan 27 Ocak 2008 ve ilk blog yazımı Milliyet'te yazdığım tarih olan 8 Ocak 2012 arası. Hangi dönemde yaşarsak yaşayalım ölümün varlığını galiba hep hissediyor, bazen de çok yakınımızda görüyoruz. Türkiye'nin ve dünyanın tarihi, ölümün yaşamda ne kadar belirleyici olduğunu gösteren yakın ve uzak örneklerle dolu. Bu yüzden güzel bir kızın peşine takılan kara bir ölümün öyküsünü anlatan Siyah Orfe, aslında çağlar kadar eski olan bir konuya değiniyor.

....

Siyah Orfe filmini 12 Eylül 1980 sonrasındaki yıllardan birinde izlemiş olmalıyım. Çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Kendi dünyamdan uzaklaşıp Rio'da karnaval ortamında Öridis'i izlemek, yaşamı ve ölümü onun sevinçleri ve korkularıyla görmek; mitolojiden kaynaklanan bir öyküyü perdede yaşamanın çok daha fazlasını getirmişti. Siyah Orfe'de Orfe ve Öridis arasında başlayıp hızla gelişen ilişki, yalnızca onları ve yaşamlarını anlatmıyordu. Yaşamın ve ölümün tarihsel köklerine uzanıyor, yaşamla ölüm arasındaki ilişkiyi ve aşk denilen büyünün bunların arasındaki yerini şiir diliyle anlatıyordu.

Öridis ve Orfe'nin filmdeki öyküsü birkaç biçimde izlenebilir. Öncelikle, günümüz Rio'sunda bir karnaval sırasında yaşanmış gerçek bir öykü olarak. Filmdeki yan kişiler kentin ve yaşamın derinliğini yansıtmayı başarıyor. Öridis ve Orfe birbirlerini gerçek bir dünyada seviyor.

Adhemar Feirrera da Silva olarak Ölüm, mitolojik öyküyle zamandan bağımsız bir ilişki kurulmasını sağlıyor. Orfe ve Öridis yaşamdır ve her yaşam gibi onlar da ölümle er ya da geç buluşacaklardır. Yaşama bağlılıkları ve sevgileri onları ölümden kurtaramayacaktır. Yaşam, ölümle buluşacak ve yeni yaşamlarda sürecektir. Karnavallardan ayrılanlar ve yeni gelenler olacaktır. Gitarları çalanlar, müziklerini geleceğin Orfe'lerine emanet edeceklerdir. Öridis ve Orfe, yaşamın gerçek bir öyküsünü anlatıyor. Siyah Orfe'nin ölümü, doğumunu getiriyor.

Mira, Serafina ve Hermes gerçek dünyanın derinliklerine açılmayı kolaylaştıran ve yaşamın zenginliklerini getiren öyküler olarak filme katkıda bulunuyor.

Öridis ve Orfe'nin filmdeki öyküsü izlenebileceği her biçimiyle sanatın, özellikle de edebiyatın ve sinemanın alçakgönüllü gücünü gösteriyor. Yaşamın ve ölümün anlaşılamaz görünen karmaşık öykülerini ve denklemlerini, bir karnavalın neşesiyle ve çocukların sevinciyle birleştirmeyi başarıyor. Yıllar sonra Siyah Orfe'nin ışıklarını hatırladığım için mutluyum.

Marcel Camus, Siyah Orfe, Orfeu Negro, 1959

7 Ocak 2019 Pazartesi

Müslüm, Roma, Yerçekimi


Müslüm'den ve Roma'dan yerçekimi etkisine.

Rastlantıların önemine gittikçe daha çok inanıyorum. İnternet'in sosyal ortamlarına ilk geldiğimde ne yapacağımı bilmez halde çevrede dolaşırken, sanatla ilgili güzelliklere ulaşabilmek umuduyla Sanat Dünyası grubuu başlatmıştım. Gelişmeler beklediğim gibi olmadı. Güzellikler bir düzen içinde gelip kendilerini tanıtarak onlara nasıl ulaşılacağını duyurmadılar. Yapılan paylaşımların üstleri zamanın toprağıyla örtüldü. Ancak özel olarak kazılıp aranırsa bulunabilir oldular.

İletişim kurmanın bu kadar kolaylaştığı bir dünyada düzenlenmiş verilere ve nitelikli bilgilere ulaşmanın zorluğu beni şaşırtıyor. Kuşkusuz bunda düşünce kalıplarını ve yaşama biçimlerini kolay değiştiremeyen herkesin payı var. Sistemleri ve araçları ne toplumsal olarak, ne de kişisel olarak yeterince iyi kullanamıyoruz.

Müslüm'ü duymamak kolay değildi. Ama Roma'yı ve Yerçekimi'ni rastlantıların yardımı olmasa göremeyebilirdim. Üçünü de izleyebilmiş olmamın bir şans olduğunu düşünüyorum. Yoksa Müslüm'ü gördükten sonra Roma'ya gidip yerçekimi etkisine nasıl kapıldığımı yazamazdım.

....

MÜSLÜM


Nitelik ve nicelik çelişen kavramlar mıdır? Çok kişinin dinlediği bir müzik türü ya da yapıtı, mutlaka sıradan mıdır? Pek az ilgi gören ve yalnızca uzmanların anladığı bir dal, çok özel ve değerli midir? Bir film anlaiılamıyorsa ve pek az ilgi görüyorsa, ona herkesin sinemanın başyapıtı olarak bakması zorunlu mudur?

Bu sorulara zamandan ve bulunulan yerden, soruları soranlardan ve yanıtları verenlerden bağımsız olarak getirilebilecek; her yerde ve her zaman ve herkes için geçerli olacak açıklamalar bulunabileceğini sanmıyorum. Kendi bakış açılarımın bile her onyılda epey değişebildiğini söyleyebilirim. Bir zamanlar Orhan Gencebay ve Gülden Karaböcek'in sesinden dinlediğim bazı şarkılardan etkilendiysem de "arabesk" diye nitelendirilen müziğe pek yakın olamadım. Müslüm Gürses de uzaktan duysam da şarkılarını neredeyse hiç dinlemediğim bir sanatçıydı. Onu adını taşıyan filmle tanıdım desem yanlış olmaz.

"Arabesk müziğinin efsane ismi Müslüm Gürses'in hayat hikayesini beyazperdeye taşıyan Müslüm filminin yönetmenliğini Ketche ve Can Ulkay üstleniyor. Senaryosunu Hakan Günday'ın kaleme aldığı filmde Müslüm Gürses'i Timuçin Esen, eşi Muhterem Nur'u ise Zerrin Tekindor canlandırıyor. Müslüm Gürses ve Muhterem Nur'un hayatını anlatan film; çocuk yaşta, tesadüfen girdiği Adana Halkevi'nde bağlama ustası Limoncu Ali'yle tanışan Müslüm Gürses, kendisinden hem müzik bilgisi hem de ilerleyen yaşlarında sık sık hatırlayacağı çok önemli hayat dersleri alır. Limoncu Ali, bir öğretmen olmasının ötesinde çocuk Müslüm'e şefkat gösterir, bir nevi babalık yapar."

Box Office Turkiye'de yukarıdaki kısa tanıtımla birlikte filmin eleştirilerinin bulunduğu bağlantılar ve başlıkları verilmiş. "Atilla Dorsay: Müslüm Baba ve Muhterem Nur: Görkemli bir Türkiye efsanesi...", "Olkan Özyurt: Babanın ağlatan hayatı", "Murat Erşahin: Acıların büyüttüğü çocuk", "Uğur Vardan: Yaksaydı dünyayı o yakardı...", "Şenay Aydemir: 'Müslüm' var, 'Baba' yok!", "Mehmet Açar: Müslüm Baba'nın acıları". Siteye baktığım sıradaki bilgilere göre, Müslüm filmini 10 haftada 6.311.619 kişi, 82.943.121 lira hasılat bırakarak izlemiş.

Filmi Ketche ve Can Ulkay yönetmiş, senaryoyu Hakan Günday ve Gürhan Özçiftçi yazmış. Müslüm'ün yaşamını anlatmaya yaşamını ortadan ikiye bölen, adeta öldüğü ve sonra yeniden doğduğu bir anla başlamışlar.  5 Temmuz 1953'te başlayıp 3 Mart 2013'te sonlanan kısa bir yaşamın öyküsünden yola çıkarak yaşamı, değişimi, toplumu, müziği ve ilişkileri anlatmışlar. Müslüm'ün Fıstıközü, Halfeti'de başlayan yolculuğu İstanbul'da bitmiş.

Müslüm Gürses ve Muhterem Nur, Roma'ya hiç gitmiş midir?

....

ROMA


Roma kentinin ve tarihinin çekiciliği olmasa, Roma'ya gitmeyi yine de düşünür müydüm; bilmiyorum.

"Usta sinemacı Alfonso Cuarón'un Venedik'te Altın Aslan ödülüne layık görülen filmi Roma, 70'lerin başında Meksiko City'nin Roma adlı bir muhitinde, ev hizmetlisi olarak çalışan Cleo'nun çevresinde gelişenleri anlatıyor. Alfonso Cuarón'un çocukluğunu beraber geçirdiği kadınlardan ilham aldığı ve onlara bir saygı duruşu olarak nitelendirdiği Roma'da, bir ailenin çalkantılı yaşantısıyla beraber dönemin toplumsal hiyerarşisi ve sınıfsal önyargıları irdeleniyor."

Box Office Turkiye'de bu kısa notla birlikte filmin eleştirilerinin bulunduğu birkaç bağlantı verilmiş. "Atilla Dorsay: Bir emekçi portresinin ardında tüm bir halk, tüm bir dönem", "Mehmet Açar: Saf ve yalın sinemanın gücü", "Uğur Vardan: Bir zamanlar Meksika'da..." 

Sanatın herhangi bir alanında düşünen ya da üreten herkes için çocukluğun özel bir önemi olduğuna ve hep olacağına inanıyorum. Tarkovski gibi Alfonso Cuaron da anılarındaki silik geçmişe ışıklı aynalar tutmak istemiş olmalı. Suya yazılacak anılar, filmin girişinde Cleo'nun çalıştığı evin yıkanmakta olan zemininde yansımaya başlıyor. Bulutlar ve uçaklar, insanlar ve yüzler, yaşamlar ve gölgeler belirip kayboluyor. 1970'lerin dünyasında Türkiye'de, Meksika'da ya da herhangi bir yerde yaşayanlar, kendi yakınlarındaki ve uzaklardaki kadınlar erkekler zenginler yoksullar güçlüler güçsüzler arasında yaşanmış öyküleri hatırlayarak, olup bitenleri çocukların gözünden görmeye çalışarak; filmde yakalanmış evrenselliğin boyutlarını değerlendirebilirler. Cuaron'un tam olarak neleri amaçladığını elbette bilemem. Ama anlattığı dünyaya benim de, o büyük arabanın zorlukla girip çıktığı avluda dolaşan çocuğun ve çevresindeki kadınların gözleriyle bakmamı sağladığıı söyleyebilirim.

Zamanın Cuaron'un Roma filmi ve tarihi Roma kenti arasında nasıl bir ilişki kuracağını merak ediyorum. Büyük kentlerde küreselleştikçe çöken uygarlıklar, küçük mahallelerde insanca yaşamayı ve doğayla yeniden dost olmayı öğrenerek, yeni gelecekler yazabilirler mi? Küllerinden doğabilirler mi?

....

YERÇEKİMİ


Yerçekimi'ni duymamışım, ya da duyduysam bile unutmuşum. Işık hızıyla konuşup dinlediğimiz bu tuhaf çağda verileri düzene sokmak ve bilgilere ulaşıp onları doğru kullanmak çok zor. Bu yüzden Alfonso Cuarón'un beş yıl önce yapılmış üç boyutlu bir filmi olduğunu görünce şaşırdım.

"Yerçekimi, Sandra Bullock ve George Clooney'nin başrollerini paylaştığı, izleyicileri uzayın acımasız ve uçsuz bucaksız derinliklerine çeken bir gerilim filmi. Filmde Bullock ilk uzay görevindeki zeki tıp mühendisi rolunü, George Clooney ise son görevine çıkan tecrübeli astronot Matt Kowalsky rolünü canlandırıyor. Önceleri son derece normal görünen görevde felaketin baş göstermesiyle uzay gemisi harap olmuş, Stone ve Kowalsky tamamen yalnız kalmışlardır.

Birbirlerinden başka hiç bir dayanakları kalmayan ikili uzayın derinliklerinde kaybolmuşlardır. Derin sessizlik onlara Dünya ile bütün ilişkilerinin kesildiğini ve kurtulma şanlarının kalmadığını söylerken, korkuları paniğe dönüşürken her nefesleri de çok az kalan oksijenlerini tüketmektedir. Eve dönmenin tek yolu belki de uzayın daha da derinliklerine inmektir."

Box Office Turkiye'de bu tanıtımla birlikte filmin eleştirilerinin bulunduğu bağlantılar ve başlıkları verilmemiş. Ama gişe rakamları var. Siteye baktığım sıradaki bilgilere göre, Yerçekimi filmini 8 haftada 395.872 kişi, 5.544.661,00 lira hasılat bırakarak izlemiş.

Ne yalan söyleyeyim, bizim kuşaktan dünyada neler olup bittiğini görebilenlerin hiç değilse bir bölümü, uzaya gitmeye olmasa bile onu araştırıp anlayabileceği meslekler seçmeye meraklıydı. Ama bildiğim kadarıyla bu merak fazla sonuç getirmedi, uzay merkezleri bizim kuşaktan araştırmacılarla dolup taşmadı. Artık Türkiye Uzay Ajansı olduğuna göre bundan sonra durum değşir mi?

Alfonso Cuarón'un babası Alfredo Cuarón nükleer tıpta uzmanlaşmış bir doktormuş. Aileyi Cuarón on yaşındayken terk etmiş. Alfredo Cuarón bilimsel çalışmalarını sürdürüyormuş. Alfonso Cuarón ve Liboria Rodríguez, Roma'nın New York'taki premiyeri sırasında birlikte sahneye çıkmışlar. Liboria Rodríguez, Cuarón’un ikinci annesiymiş. Yaşamı Roma'dan bakarak mı, uzaya giderek mi görmek daha kolaydır? Sorunlar dünyada mı, atmosferin dışında mı daha ağırdır?

Yerçekiminden kurtulmak insanlığı kurtarır mı, sonunu mu getirir? Kendimizi kalabalığın içinde mi daha iyi anlarız, uzayın karanlığının sessizliğinde mi? "Yaşam nedir" diye sormadan yaşayabilir miyiz? Uzayda ve zamanda, herkesin buluşup mutlu olacağı bir an var mıdır? Yerçekimi olmadan yaşayabilir miyiz?

21 Temmuz 2018 Cumartesi

Radyo Çağının Günleri


Kırk yıl öncesinin sözünü bile etmeyeceğim. Çok değil, yalnızca yirmi yıl önce bile, 1998'de; bulunduğunuz herhangi bir noktadan dünyanın herhangi bir yeriyle öyle rahatlıkla görüşemiyordunuz. Oysa radyo çağı başlayalı çok olmuştu. Yine de bu gizemli frekansları ya da dalgaları kişisel haberleşme için böyle yaygın kullanamıyordunuz. Dünya henüz baz istasyonları ağıyla tam olarak örülmemişti. Kablosuz haberleşme için telsizler, araç telefonları gibi bazı seçenekler vardı. Cep telefonları da hızla yaygınlaşmaya başlamıştı. Ama henüz herkes sokaklarda kendi kendine konuşup kendi dünyasını tüm dünyaya ilan ederek dolaşmıyordu. Böyle yapan birileri olsa, onlara şaşkınlıkla ve acıyarak bakılıyordu.

Tekerlek mi, kaldıraç mı, matbaa mı, buhar makinesi mi, elektrik mi, radyo dalgaları mı, bilgisayar mı dünyayı daha çok değiştirmiştir?

Değişimin açtığı yollar için çok ilginç bir örnek, Fransa ve İngiltere arasında telgraf haberleşmesini sağlamak için döşenmiş olan yeraltı kablosudur.

Radyo dalgaları bilinip  kullanılmadan önce, büyük çabalarla bağlantı hatları kurulması; uzaklarla haberleşebilmek için tek seçenekti.

Sonra radyo frekansları akıl almaz kullanım alanları buldu. Yaşamı beklenmedik ölçüde değiştirdi.

Gözle görülemeyen ve elle tutulamayan bu dalgalar ya da frekanslar, dünyanın insanlarını birbirine bağlamayı amaçlayan yeni kurumlar ve sözcükler kazandırdı.

Önce radyo günleri vardı. Sonra radyo çağı oldu.

Radyo ve dalgaları olmasaydı ışık hızında iletişim kurmayı düşleyebilir miydik? Dünyanın ve evrenin her yeriyle her an konuşabilmeyi aklımızın ucundan bile geçirebilir miydik? Her yere bu kadar yakınken birbirimize bu kadar uzak olduğumuz için yine böyle şaşırır mıydık?

....

RADYO GÜNLERİ

Benim için radyo günleri İzmir'deki evimizde, yere oturup tahta inşaat oyuncaklarıyla evler yapmaya çalıştığım bir dönemde başladı. Bir radyo vardı ama erişilmezdi. Yüksek bir dolabın üzerinde dururdu. Bir fiş yukarıdan alınıp prize takılarak açılırdı. Bize neler söylerdi? Ancak zaman makinesiyle o günlere gidebilirsem görüp duyup hatırlayabilirim. Kayıtlarımda yukarıdaki bir radyonun uzak görüntüsü dışında hiçbir şey yok. O radyoyu İstanbul'daki evimizden hatırlıyorum. Ses düğmesi çevrilerek açılıyordu. Ses gelmesini bekliyorduk. Sonradan öğrendiğime göre, lambalı radyoların bir süre ısınması gerekiyormuş. Bu lambalar, bizim aydınlatma için kullandığımız ampullerden farklıymış. Nasıl beceriyorlarsa elektrikle oyunlar oynuyor, gizli güçler alıyor, uzaktaki sesleri bize duyuruyorlarmış.Sonra transistörlü radyolar çıktı. Eski radyomuzun sonunu şaşkınlıkla izlemiştim. Galiba o yıllarda radyolar için bir vergi ödeniyordu. Yeni bir radyo alınca babam eskisini kayıtlardan düşürmek için postaneye götürmüş, ben de onunla gitmiştim. Postanedeki görevli nasıl işlemler yaptı bilmiyorum ama radyoyu artık kullanılmayacak hale getirmek için içini açtığı, parçalarını ve kablolarını söktüğü, bazı yerlerini kırdığı bir görüntü aklımda yer etmiş. Lambalı radyolar günümüzde de hâlâ bulunabiliyormuş.

Sonra radyolar hafifledi, taşınabilir oldu. Transistörle başlayan değişim, baskılı devrelere, bellek yongalarına, işlemcilere ve inanılmaz bir bilgi işlem ve iletişim teknolojisine gidecek yolları açtı. Saatte yirmi beş kilometre hızla giden treni başdöndürücü bulan insan, dünyanın her yerine ışığın hızıyla erişmeye başladı. Evrenin sonsuzluğunun peşine düştü. Bir tek kendisini bulamadı.

Woody Allen'ın ilginç konularda özgün yaklaşımları var. Radyo Günleri de onun bende en çok iz bırakmış yapıtlarından biri. Bir ikinci filmini belirtmem gerekirse, sanırım Kahire'nin Mor Gülü diyebilirim. Radyo Günleri filmini ne zaman izlediğimi hatırlamıyorum ama 1987'den önce olmadığına kuşkum yok. Bir filmi hızla ileriye ve geriye sarar gibi, anılarımda da gizemli yolculuklar yapabilmeyi isterdim. Woody Allen'ın izlemiş olduğum ilk filminden başlayarak ondan gördüklerimi ve duyduklarımı yeniden yaşamak pek hoş olurdu. Şimdilik bu yolculukları ancak belleğimizin ve erişebildiğimiz kaynakların izin verdiği kadarıyla yapabiliyoruz.

Radyo Günleri filmi, şimdilerde İnternet'in daha önce de televizyonun yeni ve belirleyici olduğu zamanlara benzer bir şekilde, radyonun toplumsal ve kişisel yaşamlarda çok özel bir etkisinin görüldüğü bir dönemi konu alıyor. New York'ta geniş bir ailede yaşamakta olan Joe çocukluğunu, 1930'ların sonlarında ve 1940'ların başlarında yaşadıklarını hatırlıyor. Woody Allen filmlerinin ortak yanının, günlük yaşamın sıradan görünen konuşmalarının ve olaylarının içine yerleştirilmiş zengin ve geniş öyküleri özgün, ilginç ve akıcı bir dille anlatmaları olduğu söylenebilir. Filmi Woody Allen, bir radyo filmi için anlamlı bir seçim olsa gerek, Joe'nun sesiyle anlatıyor. Mike Starr ve Paul Herman'ın canlandırdığı iki hırsızdan başlayarak, Joe'nun ailesindeki ve radyonun altın çağlarındaki pek çok ses ve yüzle tanışıyor, öykülerini izleyerek yaşıyoruz. İç içe geçmiş çok sayıda küçük öyküye gizlenmiş ayrıntılarla kurulan Woody Allen filmlerini hatırlamak ve anlatmak zor, izlemek ve unuttukça yeniden izlemek gerek. Kendi radyo günlerini hatırlayanlar, Joe'nun ailesinde yaşananları gördükçe nostaljik tatlar da alabilirler. Radyonun her şey olduğu zamanları yaşamamış olan daha sonraki kuşaklar, radyo  günlerini tek kanallı televizyon dönemlerine benzetebilirler. İnternet'in ve televizyonun sürekli değişen yeni ünlüler ve izleyiciler yarattığı yeni iletişim dünyasından öncesini bilmeyenlerin ne düşünecekleriniyse merak ediyorum.

Filmin oyuncularının ve canlandırdıkları kişilerin bazıları şunlar:
Don Pardo:         'O Şarkıyı Tahmin Et' sunucusu    
Julie Kavner:         Tess, anne
Seth Green:         Joe
Michael Tucker:     Martin, baba
Dianne Wiest:         Bea
Mindy Morgenstern:    'Göster ve Söyle' Öğretmeni
Mia Farrow:        Sally White
Larry David:         Komünist Komşu
Rebecca Schaeffer:     Komünist'in Kızı
Kitty Carlisle:     Radyo Şarkıcısı (Kitty Carlisle Hart olarak)
Diane Keaton:         Yeni Yıl'ın Şarkıcısı
William H. Macy:     Radyo Sesi (W.H. Macy olarak)
Radyo Günleri, Joe'nun çocukluğundan yola çıkarak radyonun yaşamda çok özel bir yerinin olduğu dönemleri gösteriyor. İçinde anlatılamayacak ya da yalnızca sözcüklere çevrildiğinde anlamı eksilecek pek çok öykü var. Dünya değiştikçe yeni anlamlar kazanan o eski günleri öğrenmek ya da hatırlamak için yeniden ve yeniden izlenebilir.

....

RADYO ÇAĞI

Radyo dalgalarının, elektriğin ve ışığın ortak yanları olabilir mi?

Artık ışık hızında iletişim kurabiliyoruz. Çünkü elektrik, ışık kadar hızlı. Radyo dalgaları da öyle. Radyo dalgaları bir tür elektronik radyasyonmuş. Bu yüzden ışık hızında hareket ediyorlarmış. Işığın hızı saniyede 300 bin kilometrenin biraz altındaymış. Dünyanın ekvatordaki 40 bin kilometrelik çevresinde, 1 saniye içinde 7'den fazla tur atabiliyorlarmış. Yine de radyo mesajlarının uzaydaki yolculukları çok uzun zaman alıyormuş. Bunun nedeni, uzayın akıl almayacak kadar büyük olmasıymış.

Uzayın derinliklerine düzenli seferler başladığında durum değişebilir ama şimdilik yeryüzünün çekim gücünden kurtulabilmek pek de kolay olmadığı için; ancak ışık hızında konuşabiliyor olmamız, herkesle ve her yerle anlık iletişim kurabilmemizi sağlıyor. Benim için bu gelişmelerin ilginç sonuçlarından biri, beş yıl boyunca sanat yazılarıyla yer aldığım Sanatlog deneyimiydi. Sanatlog Anıları, Gündüz Güzeli'nden 1984'e uzanan yazılar getirdi.

....

ATİLLA'NIN RADYO SİTESİ

"İnternet'teki en değerli bilgi kaynağının buluşma noktaları, giriş kapıları olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden Atilla Göktan'ın gazete, radyo, televizyon ve diğer iletişim kanallarını listelediği sitesini hem ilginç, hem de anlamlı buldum."

Webmaster Atilla'nın sitesinde <http://gazeteradyotelevizyon.com/mehmet2.html> bir bilgi kaynağı olarak buluşma noktalarından söz etmiştim.

Türkiye'de ve dünyada yaşamı boyunca bir kütüphanenin kapısından hiç girmemiş milyonlarca ve milyarlarca insan olabilir. Öte yandan, yalnızca geçmişin kitap kokulu ortamlarında uzun süreler geçirmiş olanlar değil, aralarında pek az kitap yüzü görmüş olanların da bulunduğu milyarlarca insan günümüzde İnternet üzerinden her türlü veriye erişebiliyor. Ancak bu karmaşık yığında aradıklarını bulabilmek, gerçekten işe yarayacak ve değer katacak bilgilere ulaşmak, yaşamını ve çevresini iyileştirebilmek yine de pek kolay değil.

İşte bu yüzden, ışığa yazılmış bilgilerin anlam kazanabilmeleri için çoğalmaları gerekiyor. Ekranlarımızda beliren ışığın çizdiği izler olmasa, Atilla'yı hiç tanımamış olacaktım. Bana ve diğer yazarlarına birer çağrı göndermiş olmasa, sitesindeki yazılar olmayacaktı. İnsanlar arasında karşılıklı sağlanacak iletişim biçimleri, en az uluslararası ilişkiler kadar önemli.

....

İKİLİ IŞIK HALKALARI

İkili ışık halkaları, birbirlerine eklenip genişleyerek yeni duygu ve düşünceleri sonsuz bir kalabalığın içinde kaybolmadan yepyeni yöntemlerle üretip paylaşabilirler. Alıştığımız sözler ve resimler, sesler ve müzikler, kitaplar ve filmler, düşünceler ve inançlar yakınlaşıp konuştukça yeni anlamlar kazanabilir. "Sanat Dünyası" edebiyata, sinemaya, müziğe, yaşamın ve her alanın yansımalarına açılan bir kapı olurken; "Gazete Radyo Televizyon Dünyası" yazılı, sesli ve görüntülü iletişimin çeşitliliğini gösteren ve kolay ulaşılmasını sağlayan bir site olarak büyüyebilir.

Çevrenizde söyledikleri, yazdıkları ve gösterdikleriyle size değer katan iki ışık görebiliyor musunuz? Onlar da iki farklı ışık görüyorlar mı? Güzelliklere ve gerçeklere daha hızlı ulaşmanın, birbirinizi daha iyi anlamanın ve birlikte gelişmenin yollarını biliyor musunuz?

....

"Yazının bulunması kazanılan bilgi birikimini sonraki kuşaklara aktarmayı sağladığı için insanlık tarihinde önemli bir dönüm noktası olmuştu. Sonra matbaa, gazete, sinema , televizyon gelmişti."

Peki radyo, tüm bu gelişmelerin neresindeydi?

....

Birden Atıf Yılmaz'ı özlediğimi fark ettim. Ancak 35 milimetrelik rulolarla ve büyük makinelerle gösterilebilen kendi filmlerini uzun yıllar boyunca izleyememiş olmaktan yakınarak filmlerin artık evde izlenebilmesinin ne büyük bir gelişme olduğunu söylemiş olan yönetmenin dünyayla ışık hızında iletişim kurması, kendisi ve başkaları için çok ilginç bir deneyim olmaz mıydı?


WOODY ALLEN

Radyo Günleri / Radio Days (1987) 
Yönetmen: Woody Allen, Yazar: Woody Allen, Oyuncular: Mia Farrow, Dianne Wiest, Mike Starr

Kahire'nin Mor Gülü / The Purple Rose of Cairo (1985)
Yönetmen: Woody Allen, Yazar: Woody Allen, Oyuncular: Mia Farrow, Jeff Daniels, Danny Aiello

26 Mayıs 2017 Cuma

Türkiye Sinema Sözlüğü

Altyazı Aylık Sinema Dergisi'nin 150. özel sayısını alıp okuduğumda, hakkında yazabileceğimi düşünmüştüm. "Gayri resmi ve resimli" bir sinema sözlüğü hazırlamak ilginç bir düşünceydi. Üstelik "Öykü Sözlüğü" (1,2) gibi, "Sinema Sözlüğü" (3) de sürükleyici bir kitap gibi okunabiliyordu.

Kitaba katkıda bulunan onca adın arasında, yayın danışmanı olarak da Mithat Alam'ın adı geçiyordu. Ayrıca, Altyazı Dergisi'nin iletişim adresi olarak Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi verilmişti.

Kuşkusuz yapılan herhangi bir iş, yürütülen değişik biçimlerdeki çalışmalar, çok yönlü ve ortaklaşa katkılarla, ilişkilerle gerçekleşir. Amaçlar ve yöntemler önemlidir. Ama belki hepsinden önemlisi, güzel bir konuda katkı sağladığını düşünmek, bunu paylaşmak, yaptıkları ve yaşadıklarıyla mutlu olmaktır. Ekibin 25 Aralık 2015'te çekilmiş "Merkez 15 Yaşında Partisi" fotoğrafı, bu duyguyu fazlasıyla yansıtıyor. Bu güzelliği yaşayanların sevincini görmek, bu güzelliklere çok uzak olanları da hatırlatıyor. Tüm çocuklar iyi bir eğitim alabilse, kendilerine en uygun alanlarda önleri açılsa, gelişseler, paylaşsalar, üretseler, yaratsalar, yaptıklarıyla başkalarına katkı sağlasalar, mutlu etseler ve mutlu olsalar... Ne güzel olurdu. Üniversitelerdeki film, öykü, şiir, resim, bilim ve insanın ilgisini çekecek her alanın merkezleri, diğer okullara ve bu güzellikleri yaşamak isteyen herkese uzanabilir mi? Hızlı iletişim dünyamız, öfkeyi ve nefreti yaymada gösterdiği başarıdan çok daha fazlasını, iyiliği ve güzelliği duyurmak ve yaşatmak için gösteremez mi? Dışlanmışlara tutunup tırmanabilecekleri merdivenler uzatamaz mı?

Bir sinema sözlüğü ne anlama gelir?

Tüm sanatlar yaşamı gösterir, dinletir, anlatır. Sinema, yaşamın kendisidir.

Edebiyat büyük romanlar ve öykülerle anlatıyorsa, sinema da uzun filmlerle yaşatır. Edebiyat küçük öykülerle akıllara kazınan kesitler veriyorsa, sinema da kısa filmlerle çarpar, derinden yakalar.

Bir sinema sözlüğü, yaşamın anahtarıdır. Yaşamda ne varsa, orada da vardır, belirli bir düzen ve anlamla yerini almıştır.

....

"Gayri resmi ve resimli" sinema sözlüğü Türkiye sineması için ansiklopedik ya da akademik bir kaynak olmayabilir. Ama hemen herkese sıcak anılarını hatırlatacağına, hele sinemayı sevenler için akıllarına geldikçe gülümseyerek sayfalarını çevirecekleri bir kaynak olacağına kuşku yok.

....






Aralık 1999’da Mithat Alam’ın özel bağışı ile Boğaziçi Üniversitesi bünyesinde kurulduğu belirtilen Mithat Alam Film Merkezi, şöyle tanıtılıyor:

"Merkez’in temel misyonu, sinema bölümü bulunmayan Boğaziçi Üniversitesi’nde, sinemaya ilgi duyan öğrencilere kendilerini geliştirebilecekleri bir ortam yaratmak ve fikir aşamasından üretim aşamasına kadar sinemanın farklı alanlarında öğrencilerin yürütecekleri çalışmalara destek olmaktır."

Merkezin ana binasında sinema salonu, film izleme odası, referans kütüphanesi, sinefil odası ve arşiv odası bulunduğu belirtiliyor. Amaçlar, "öncelikli olarak Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine sinema sanatını tanıtmaya, sevdirmeye ve onların bilinçli birer sinema seyircisi olmalarını sağlamaya yönelik film gösterimleri, söyleşi ve paneller düzenlemek", "sinemanın içinde yer almak isteyen öğrencilere teknik ekipman ve her türlü olanağı sağlayarak onları kendi kısa filmlerini üretmeleri için teşvik etmek", "Türkiye’de sinema konusunda eğitime katkıda bulunmak" olarak belirtiliyor. Ayrıca film çalışmaları alanında öğrencilerin yürütecekleri bilimsel araştırmaların desteklendiği, düzenlenen etkinlikler ve üretilen projelerle ilgili kitap ve diğer yayınlarla sinema alanında kalıcı bir birikim ve hafıza yaratmanın amaçlandığı vurgulanıyor. Dergi de şöyle tanıtılıyor:

"2001 yılından bu yana Türkiye çapında dağıtımı gerçekleştirilen Altyazı Aylık Sinema Dergisi de özgün içeriği ve sinema gündemini takip eden yapısıyla Film Merkezi’nin önemli yayınları arasında yer almakta, genç yazarların Türkiye’deki sinema gündemi üzerine düşüncelerini ortaya koyacağı açık bir platform oluşturmaktadır."

Projeler arasında Türk sinemasının belleğini oluşturmak amacıyla başlatılan Görsel Hafıza Projesi ve Hisar Kısa Film Seçkisi için şunlar söylenmiş:

"Bir sözlü tarih çalışması olan Görsel Hafıza Projesi kapsamında, sinemanın herhangi bir alanında çalışmış kişilerle, ses ve video kayıt cihazlarıyla kaydedilen görüşmeler yapılmaktadır. Böylelikle, bu kişilerin, başka türlü kaybolacak olan birikimleri kayıt altına alınarak gelecek nesillere aktarılmaktadır. Görüşmeler gerçekleştirilmeden önce bir çalışma grubu oluşturulmakta ve bu grup görüşmelere, seçilen kişiyle ilgili uzun ve kapsamlı bir araştırma yaparak hazırlanmaktadır. Proje kapsamında Giovanni Scognamillo, Filiz Akın, Vedat Türkali, Memduh Ün, Bülent Oran gibi birçok önemli isimle gerçekleştirilen uzun soluklu görüşmelerden oluşturulan belgeseller Türk Sineması’nın geçmişine dair zengin ve kalıcı bir kaynak sunmaktadır."

"Hisar Kısa Film Seçkisi ise Türkiye’deki kısa film üretimini teşvik etme ve yurtdışında tanıtma amacı taşımaktadır. Proje kapsamında her yıl, sinema alanındaki yetkin isimlerden oluşturulan bir jüri, yılın en iyi 10 Türk kısa filmini belirlemekte ve bu filmler daha sonradan Hisar Kısa Film Seçkisi DVD’si olarak yayınlanarak yurtiçi ve dışındaki film okulları ve festivallere arşivleme ve tanıtım amacıyla gönderilmektedir." (4)


"Merkez hakkında ne dediler?" bölümünde sinema dostlarından sıcak mesajlar var. Uğur Yücel'in sözleri şöyle:

“Heves, merak, tutku! Mithat Alam’da en çok bunu gördüm… Halden hale geçme yeridir sinema salonları. Başka biri olarak çıkar insan oradan. Bir süre, belki günlerce, hatta yıllarca gelir gider bir filmin duygusu gönlünüzden. Aynı lezzetlerin peşinden koşan hayalperest meraklıların buluşma yeridir orası. Bak şimdi! Sinema romantik laflar ettiriyor insana. Bir heveskâr koca dünya oluveriyor işte. Herkesin arındığı mabet başkadır. Karanlığı seven heyecanlıların yeri.”

....



Derginin Aralık sayısındaki özel bir yazı şöyle sunulmuş:

"28 Kasım tarihinde, Aralık sayımız matbaadayken kaybettiğimiz dostumuz ve hocamız Mithat Alam’ın hayatını anlattığı nehir söyleşi, Kasım ayında İletişim Yayınları tarafından ‘Sinemayı Seven Adam’ başlığıyla yayımlanmıştı. Alam’ın ilk öğrencilerinden Umut Barış Dönmez, hazırladığı kitabın ortaya çıkış sürecini ve Mithat Alam’ın hayatının her köşesine sinmiş sinema sevgisini Altyazı’nın Aralık sayısı için kaleme aldı."

Umut Barış Dönmez, "dersiyle birlikte sinemaya olan bakışım tamamen değişti" dediği Mithat Alam ve yaptıkları için şunları söylemiş:

"Mithat Bey kendini, yaptığı yüklü bağışın yanı sıra, hummalı bir çalışma ve adanmışlıkla, sinema bölümü olmayan Boğaziçi Üniversitesi’nde bir Film Merkezi kurmaya vermişti. On iki buçuk yıl yurtdışında kaldım. Bu süre zarfında Mithat Bey hiç boş durmadı. Merkez’i kurmakla kalmadı, düzenlenen çok çeşitli etkinlikler ve öğrencilere sunulan imkânlarla kısa sürede onu ülkemiz sinema dünyasının önemli bir kurumu hâline getirdi. Kendi öğrencilerinin çıkardığı Altyazı kapanma noktasına geldiğinde dergiye sahip çıkarak onu da Merkez’in himayesi altına aldı. Bunlarla yetinmedi, sinema hocalığıyla pek çok öğrencisinin önünde yeni ufuklar açmaya devam ederken, bir de kendi adıyla bir vakıf kurarak, lisansüstü sinema eğitimi almak isteyen öğrencilere burs da vermeye başladı. Günler geçtikçe gerek kendisinden ders alarak gerekse Film Merkezi’nin etkinliklerine katılarak Mithat Bey’in tezgâhından geçen öğrencilerin sayısı arttı ve bu öğrencilerin pek çoğu Boğaziçi’nin farklı bölümlerinden mezun olup daha sonra Mithat Bey’in önlerinde araladığı kapıdan geçerek yollarına yönetmen, yapımcı, kurgucu, akademisyen olarak sinema dünyası içinde devam ettiler." (5)

Öğrencileri, Merkez ve Dergi için yaptıkları düşünülünce, Türkiye Sinema Sözlüğü'nde de Mithat Alam'ın, yayın danışmanlığından çok daha fazla katkısının bulunduğu söylenebilir.

....

Derginin sözlük yayını, "Altyazı’nın Türkiye Sinema Sözlüğü 10 Eylül’e Dek Raflarda" denilerek 15 Haziran 2015'te şöyle duyurulmuş:

"Altyazı, 150. sayısına ulaşmasını özel bir yayınla kutluyor. 10 Haziran’da dağıtıma çıkan bu özel sayı, Türkiye sinema tarihine dair bir ansiklopedik sözlük.

Sözlüğün asıl özelliği ise kanonik filmler, akımlar ve konu başlıkları yerine kıyıda köşede kalmış, daha az bilinen ya da daha az önemsenen sinemacılara, sinematik anlara, motiflere, anekdotlara, mekânlara, objelere, kavramlara ağırlık veriyor olması.

Altyazı’nın Gayri Resmî ve Resimli Türkiye Sinema Sözlüğü, Eremya Çelebi Kömürciyan’ın ‘kamera öncesi kamera’sından Sponeck Birahanesi’ndeki ilk gösterimlere uzanıyor, Despina Nine’den Binnaz’a sinemamızın erken dönemini kat ediyor, Birsen Kaya’dan Deli Yusuf’un Arabası’na Yeşilçam’ın henüz aşındırılmamış yollarında geziniyor. 80’lerin ve 90’ların ruhunu bazen simgeleşmiş bir aksesuarda, bazen bir sahne ya da bilinmeyen bir detayda ararken, izleyicinin sinemayla kurduğu ilişkiyi dönüştüren güncel konulara değinmeyi de ihmal etmiyor. Alternatif bir tarih yazımı, kültürel bir envanter oluşturma denemesi niteliğindeki bu özel sayıda, 102 yazarın kişisel yorumlarıyla kaleme aldığı, birbirine referanslı 252 maddenin yanı sıra, özel olarak hazırlanmış desen ve ilüstrasyonlar da yer alıyor." (6)

....


Kitaba sondan başlanırsa, Seçilmiş Kaynakça bölümündeki listede Lütfi Akad'ın "Işıkla Karanlık Arasında", Nijat Özün'ün "Türk Sineması Tarihi (Dünden Bugüne) 1896-1960", Giovanni Scognamillo'nun "Türk Sineması Tarihi"; Görsel Dizin'de "Yönetmenini Bekleyen Romanlar", Film Dizini'nde "2001:Uzay Macerası" ve "Sıradan Faşizm"; Kişi Dizini'nde II. Abdülhamid, Franz Kafka ve Manaki Kardeşler; Yazar Dizini'nde Atilla Dorsay ve Burçak Evren; Sözlük Maddeleri Listesi'nde "Cahide Sonku'nun Meyhanede Verilen ve Bit Pazarında Bulunan Ödülü", "Mantıksızlığın Mantığı" ve "Mektupla Artistlik Okulu" gibi başlıklar ve adlar dikkat çekebilir.

Girişte kısa bir tanıtım var:

"Altyazı'nın Türkiye Sinema Sözlüğü, her yazarın kendi ilgi alanlarıyla, akademik çalışmalarıyla, kişisel deneyimleriyle ya da seçtiği anekdotlarla şekillendi."

"Bir tarih yazımı çabası yerine kültürel bir envanter oluşturma denemesi; 102 yazarın kişisel yorumlarıyla kaleme aldığı, birbirine referanslı 252 madde..."

Sözlükteki ilk madde "Adileşmek." Sözcüğün tanımı"Mecazi anlamda, şaka yollu, Yeşilçam senaryosu yazmak" olarak veriliyor. Konuyu yazan Derya Bengi, öyküsünü Arda Uskan'a dayanarak şöyle aktarıyor:

"80'li yıllarda Arda Uskan ile Bülent Oran bir gazete için birlikte fotoroman işi alırlar. Diyalogları da birlikte hazırlayacaklardır. Oturmuş çalışırlarken, Bülent Bey, Arda Uskan'a döner ve bütün nezaketiyle şöyle der: 'Ardacığım, lütfen biraz daha adileşelim.' "

Arkasından, "Film afişi, tıpkı bir DVD gibi, 'filme sahip olmanın', onun yarattığı dünyayı korumanın var olan en dokunabilir kanıtlarından biridir" diyerek "Afiş Ressamları" geliyor. Maddeyi yazan Nazlı Eda Noyan, "pek çok kadın tasarımcının olduğu Türkiye'de film afişi tasarımcıları arasında bir tek kadının bulunmaması ya da adının anılmaması düşündürücüdür" demiş. Yönetmenlerin kendi filmlerini CD ve DVD gibi büyülü araçlarla izlemeyi hayal bile edemedikleri koşullarda afişlerin yeri daha da önemli olabilir. Öte yandan, o dönemdeki grafik tasarımcıların toplam sayısı ve aralarında rastlantısal olarak yer alabilmiş kadınlar olup olmadığı, ayrıca incelenmeyi gerektirebilir.

"Ağlayan Jönler" ve "Ahmet Saygılı" başlıklarının ardından, ilk harfin maddeleri Aslı Özgen Tuncer'in yazdığı "Akışkan Kadrajlar" ile sürüyor:

"İstanbul'un ilk filme alınışı, sinema tarihindeki en güzel akışkan kadrajlardan birinin üretilmesini sağlar. Lumiere Kardeşlerin operatörlerinden Alexandre Promio 1896 yılında Ortadoğu illeri üzerinden İstanbul'a gelerek kenti ilk filme alanlardan biri olur. Promio, kamerasını Haliç üzerinde ilerleyen bir kayığa yerleştirerek İstanbul'un sular üzerinden kaydettiği görüntüleri ile sinema tarihindeki akışkan kadrajlardan birini gerçekleştirir."

Engin Ertan, şaşırtıcı bir başlıkla geliyor: "Allah cezanı versin Osman Bey!" Senaryosunu Vedat Türkali'nin yazdığı, başrolünde Orhan Günşiray'ın oynadığı 1961 tarihli bu filmden sonra, filmin yönetmeni ve yapımcısı Atıf Yılmaz ile Osman F. Seden arasında başlayan söz düellosundan ve Seden'in 1962 tarihli "Erkeklik Öldü mü Atıf Bey?" filmiyle verdiği cevaptan söz ediyor.

Zeynep Özen Barkot, "filmlerinden ziyade trajik yaşamıyla öne çıkan bir avangard, henüz doğmadan ölen sürrealist sinemanın talihsiz neferi; Türkiye'de "anlaşılamayan sanatçı" mitinin en açık temsilcisi" diyerek Alp Zeki Heper'i tanıtıyor. En çok Bunuel'den etkilenen Heper'in çektiği Türk sinemasının ilk sürrealist filmi Soluk Gecenin Aşk Hikayeleri'nin (1966) müstehcenlik gerekçesiyle yasaklandığını belirtiyor. Aynı sayfada Can Candan'ın yazdığı "Altın Goller" de var: "1966'da İngiltere'de yapılan Dünya Futbol Şampiyonası'nı konu alan ve orijinal adı "Goal!" olan, yönetmenliğini Abidin Dino'nun Rosa Devenish ile birlikte üstlendiği İngiltere yapımı uzun metrajlı belgesel." Belgeselde Dino'nun futbol karşılaşmasını toplumsal bir ritüel olarak anlatmasının ve çekimlerden önce onlarca eskizle görsel tasarım yapmış olmasının dikkat çektiğini belirtiyor.


"Altyazı" maddesi hem yabancı dildeki görsel yapımların izlenebilmesini sağlayan yöntem, hem de on dört yıldır yayınına aralıksız devam eden aylık bir sinema dergisi olarak tanımlanıyor. Murat Tırpan, Derviş Zaim'in 'Yeni Türk Sineması' yerine önerdiği 'Alüvyonik Türk Sineması' ifadesinden söz ediyor. Ardından "Basit ama vurucu senaryosuylu çekilen Tabutta Rövaşata filmindeki Mahsun Süpertitiz'in unutulmaz repliği geliyor: "Ama arkadaşlar iyidir!"

Başlıklar sürüyor. Ahmet Gürata'nın yazdığı vergi vermemek için yapılan amortisman filmleri, Savaş Arslan'ın yazdığı Anadolu işi filmler ve Bülent Oran'ın 1973'te Yedinci Sanat dergisine verdiği bir röportajda sinema seyircisini çarıklı Anadolu'yla özdeşleştirerek söylediği sözler, "Köylüye çarık yerine rugan ayakkabı satamıyorsak, alışılmış düzeni bir anda kırıp hem sanat yönü üstün hem para getirecek filmi yapmak şimdilik sanıldığı kadar kolay değil", 1985'te Video/Sinema dergisine yazdığı bir yazıda Agah Özgüç'ün getirdiği Yeşilçam'ın altı devri: "takma sakal devri, gözyaşı devri, göbek devri, hazretler devri, seks devri ve arabesk devri."

Sinan Yusufoğlu, "Ankara Sıkıntısı" başlığına Zeki Demirkubuz'un Ankara'da geçen İtiraf filmiyle başlıyor, Yeraltı ile sürdürüyor. Zeki Ökten'in Düttürü Dünya filmi ve Ankara'da geçen başka filmlerin de adı geçiyor. Cumhuriyet'in onuncu yıl kutlamaları için 1933'te Ankara'ya gelen Sovyet yönetmenlerin çektiği belgesel film "Türkiye'nin Kalbi Ankara" gibi şaşırtıcı bilgiler geliyor,

Tül Akbal Süalp de "Arabesk Noir" başlığını yazmış. Maddeler sürüyor. Sözlükteki "Çiçek Bar" maddesine gittiğinizde, müdavimleri Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Erdal Öz ve Kemal Sunal'la karşılaşıyorsunuz. Elia Kazan ve Bernardo Bertolucci'nin de yolları İstanbul'a düştüğünde oraya uğradığını, barın dönem dönem popüler olduğunu ve Sezen Aksu gibi yeni müdavimler yarattığını, mekanda dünya ve yurt sorunlarının konuşulduğunu, projeler oluşturulduğunu görüyorsunuz. Kitabın sayfalarında gezindikçe; Ayhan Işık'ın Ölüm İlanı'nı, Bereketli Topraklar Üzerinde'nin Negatifleri'ni, Cahide Sonku'nun Meyhanede Verilen ve Bit Pazarında Bulunan Ödülü'nü, Nurullah Ataç'ın Cin Aynası'nı, Deli Yusuf'un Arabası'nı, çıkrık çeviren Despina Nine'yi, Lütfi Ö. Akad'ın TRT'de ulaşılaz olan Dört Mevsim İstanbul'unu, Ertem Eğilmez'in Evi'ni, Gani Dolly'yi, 1930'lu yıllarda makine dairelerindeki yıpranmış sessiz film kopyalarını toplayan Langlois'yı, Leblebici Horhor'un Elhamra sinemasındaki gösterimini, Mantıksızlığın Mantığı'nı, Osmanlı Sineması'nı, Sultan II. Abdülhamit'in Cuma Selamlığı'nı, Yönetmenini Bekleyen Romanlar'ın geleceğini merak ediyorsunuz. İlginç ayrıntılardan geçmişin öykülerine ulaşmak için, sık sık sözlüğe bakmak, yeniden okumak istiyorsunuz.

Bu yazının sonundaki tabloda, "Kara film tarzının 1980'ler sonrası dünya genelinde yenilenen ve başkalaşan etkisinin Türkiye sinemasındaki tezahürlerinden biri" olarak tanımlanan "Arabesk Noir" maddesinden ve sözlükteki başlıkların bazılarından yapılmış alıntılar var. Kuşkusuz, seçilen başlıklar maddelerin, alıntılar anlatılanların ancak pek küçük bir bölümünü oluşturuyor. Sözlüğün, sinemanın ve yaşamın öykülerine açılan sonu, görünmeyen geniş bir içeriği var. Seçilmiş Kaynakça, Görsel Dizin, Film Dizini, Kişi Dizini, Yazar Dizini ve Sözlük Maddeleri Listesi de eklenmiş.

....


Kuşkusuz Türkiye'nin sinemayla ilgili tek sözlüğü bu değil. Nijat Özön'ün "Sinema Terimleri Sözlüğü" (7) ve "Sinema, Televizyon, Video, Bilgisayarlı Sinema Sözlüğü" (8) gibi değerli başka yapıtlara da ulaşılabilir. Ama diğer sözlüklerde böyle, buradakiler gibi gülümseyerek okunacak kaç madde bulunabilir, bilmiyorum.

....


1. Yekta Kopan (Editör), İpekli Mendil / Öykümüzde Nesneler, Karakterler, Mekânlar ve Daha Fazlası, Can, 2014
2. Mehmet Arat, İpekli Mendil’den Kâğıt Mendil’e, https://www.sanatlog.com/edebiyat/ipekli-mendilden-kagit-mendile/
3. Senem Aytaç, Zeynep Dadak, Övgü Gökçe, Berke Göl, Gözde Onaran, ASlı Özgen Tuncer, Fırat Yücel (Editörler), Altyazı'nın Gayri Resmi ve Resimli Türkiye Sinema Sözlüğü, Altyazı 150. Özel Sayı, Haziran 2015
4. Hakkımızda, Mithat Alam Film Merkezi, http://www.mafm.boun.edu.tr/?page_id=190
5. Umut Barış Dönmez, Sinemayı Seven ve Sevdiren Adam, http://www.altyazi.net/altyazi/sinemayi-seven-sevdiren-adam/
6. Altyazı’nın Türkiye Sinema Sözlüğü 10 Eylül’e Dek Raflarda, http://www.altyazi.net/altyazi/altyazinin-turkiye-sinema-sozlugu-cikti/, 15/06/2015
7. Nijat Özön, Sinema Terimleri Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları, 1963, http://sinematek.tv/sinema-terimleri-sozlugu-nijat-ozon-1963/
8. Nijat Özön; Sinema, Televizyon, Video, Bilgisayarlı Sinema Sözlüğü; Kabalcı, 2000

SÖZLÜK MADDELERİNDEN ALINTILAR


"Altyazı’nın

Gayri Resmî ve Resimli

Türkiye Sinema Sözlüğü"

 

Madde Başlığı İlgili Kişi İlgili Film Tarih Maddeyi Yazan Alıntı
Mösyö Kompa

1842 Hasan Cömert “Şimdi Bay Daguerre'in öğrencilerinden Bay Kompa İstanbul'a geldi. Bütün gün Beyoğlu Belle Vue'de çalışıyor.”
Emek Sineması Alexandre Vallaury
1884 Enis Köstepen 1884 yılında mimar Alexandre Vallaury tarafından yapılan Cercle d'Orient'in büyük bahçesinde inşa edilir Emek sineması.
Şimendifer Lumiere Trenin Gara Girişi 1896 Aslı Özgen Tuncer Bugün genellikle bu filmden bahsedildiğinde hatırlanan, en popüler versiyonu Lumiere Katalogu'nda 653 numarayla (ve kimi kaynaklara göre) 1896 kış aylarında çekildiği tahmin edilen L'Arrive du Train a La Ciotat'dır.
Sponeck Birahanesi
Joinville'de Trenin Gara Girişi 1896 Canan Balan “Dün gece basın ve bazı başka davetlilerin katıldığı ilginç bir fotoğraf projeksiyon seansı düzenlendi.”
Sinematograf İmtiyaznamesi II. Abdülhamid
1903 Özde Çeliktemel II. Abdülhamid idaresince 1903'te Osmanlı İmparatorluğu'ndaki film yapım, gösterim ve dağıtım haklarını bir kurum veya kişiye vermek için düzenlenen anlaşma metni.
Sultan II. Abdülhamit'in Cuma Selamlığı II. Abdülhamit
1908 Saadet Özen Pathe film şirketinin 1908 katalogunda Le Salamalick Public a la Mosque Hamidie ismiyle kayıtlı olan filmdir.
Nitrat Yangınları

1910 Nezih Erdoğan Tahminen 1910'lu yıllarda Saray'ın ikinci mabeyincisi Arap İzzet Paşa'nın Yıldız yakınlarındaki konağında ilk elektrik tesisatı kurulurken, film gösterimleri için de bir sinematograf yerleştirildi.
Makara Yapmak Fuat Uzkınay Ayastefanos'taki Rus Abidesinin Yıkılışı 1914 Tolga Yalur Harp sırasında kaçan Arek, ailesiyle sığındığı ormanda makarayı ısınmak için yakar.
Enis Aldjelis, Doğunun Çiceği Ernst Marischka Enis Aldjelis, die Blume des Ostens 1917 Elif Rongen-Kaynakçı Dünyada birçok kentte gösterildiği düşünülen Enis Aldjelis, 1920 tarihli bir Hollanda gazetesinde şöyle anlatılıyordu: “Doğunun gülü veya Boğaziçi Dramı... Beş bölümlük heyecanlı oryantal hikaye. Görülmemiş güzellikte bir roman.”
Osmanlı Sineması Sedat Simavi Pençe ve Casus 1917 Elif Rongen-Kaynakçı Sinemanın 1895'teki doğuşundan kısa bir süre sonra imparatorluk topraklarına da ulaştığını biliyoruz.
Binnaz Ahmet Fehim
1919 Canan Balan Binnaz, aynı sene yönetmen tarafından çekilen Mürebbiye gibi, dönemin meşhur vamp kadın karakterini yansıtıyor.
Striptiz

1921 Savaş Arslan Agah Özgüç'e göre Yeşilçam'da bir göbek devri vardır: “İlk kez 1921 yıllarında çengi sahnelerinde görülmüş, ama asıl salgın 1945'lerden sonra ortaya çıkmıştır. (…) Anadolu'daki film işletmecisi, prodüktöre 'Yapacağın filmde göbek olmazsa almam, ona göre' diyordu.
Bican Efendi Vekilharç Şadi Fikret Karagözoğlu
1922 Canan Balan Chaplin gibi kendi filmlerinin başrol oyunculuğunu da yapan Şadi Karagözoğlu'nun soyadı da bir tesadüf olmasa gerek.
Leblebici Horhor Muhsin Ertuğrul Leblebici Horhor 1923 Ceylan Özçelik Henüz sesli film mevzubahis değilken yapılan bu müzikli güldürü, Elhamra Sineması'nda sahnedeki orkestra eşliğinde gösterilir.
Potemkin Zırhlısı Sergei Eisenstein Potemkin Zırhlısı 1925 Hakkı Başgüney Potemkin Zırhlısı filminin Türkiye'de uzun bir aradan sonra gösterimi, Sinematek Derneği tarafından Kervan Sineması'nda yapılır.
Behlül Sinemada Halid Ziya Uşaklıgil
1925 Canan Balan Halid Ziya sinematografı Behlül'ün mutlak sinizmini ve kayıtsızlığını örneklemek için kullanır.
Terbiyevi Filmler

1927 Aslı Özgen Tuncer 1927 yılında İtalya'da Mussolini'nin desteğiyle kurulan Beynelminel Terbiyevi Sinema Enstitüsü, 1930 yılında Milletler Cemiyeti'ne devredilmesinin ardından, birçok ülkeye ve Türk Hariciye Vekili'ne bir mektup gönderir.
Giovanni Scognamillo Giovanni Scognamillo
1929 Özge Özyılmaz 25 Nisan 1929'da Türkiye'nin başına bir güzellik gelir; Giovanni Scognamillo İstanbul Pera'da doğar.
Şark Yıldızı Selma Hanım

1932 Özge Özyılmaz Selma Hollywood'da yıldız olmayı kafasına koymuş, İstanbul'da lise öğrencisi olan güzel bir kızdır.
Türkiye'de Sinema ve Tesirleri Hilmi Malik
1933 Özge Özyılmaz Ancak yine de Hilmi Malik'in kitabı sinemanın tesirlerine vurgu yapan başlığıyla ve gençleri korumak için filmlerin sıkı bir kontrolünü öneren sonsözüyle Eugene Hinkle'ın raporundan ayrılır ve dönem aydınlarının zihin dünyasını açık eder.
Türkiye'nin Kalbi Ankara Sergey Yutkeviç, Lev Oskarıviç Arnstam, Reşat Nuri Güntekin, Fikret Adil Türkiye'nin Kalbi Ankara 1934 Can Candan Yakın dönemde Ankara Enstitüsü Derneği tarafından Moskova arşivlerinden bulunduğu ifade edilen 60 dakikalık en kapsamlı kopyasına ise YouTube üzerinden erişmek mümkün.
Faruk Kenç Faruk Kenç Taş Parçası 1939 Murat Tırpan Sinema tarihimizin 'geçiş dönemi'nin, Kenç'in ilk filmi Taş Parçası ile başladığını söyleyenler çoktur.
Yoksul Mahalle Sinemaları

1940 Barış Alp Özden 1940'ların sonundan itibaren filmlere artan ilginin farkına varan kentli küçük girişimciler, yoksul mahallelerde ucuz ve küçük sinema salonları kurarlar.
Varlık Vergisi

1942 Ahmet Gürata 11 Kasım 1942'de bir yasayla yürürlüğe giren ve ağırlıklı olarak ticaret sektöründeki gayrimüslimlere uygulanan olağanüstü servet vergisi.
İnsan Ruhu Michelangelo Antonioni Bisiklet Hırsızları 1948 Fırat Yücel Michelangolo Antonioni 50'lerin sonuna doğru verdiği bir söyleşide, artık Bisiklet Hırsızları gibi filmlerin yapılmasının gerekli olmadığını söylüyor, “şimdi bisikleti çalınan adamın iç dünyasına bakmalıyız” diyordu.
Mektupla Artistlik Okulu

1949 Dilek Kaya Ankara Milli Kütüphane koleksiyonunda okulun öğrencilerine yolladığı, 1960 tarihli, her biri dört sayfadan oluşan üç haberleşme/ders bülteni de mevcut.
Sokaktaki Kamera Lütfi Ö. Akad Kanun Namına 1952 Zeynep Dadak Akad, 'Işıkla Karanlık Arasında' ismiyle yayımlanan anılarında, gerçek mekanda çekim yapmanın taktiklerini şöyle sıralıyor: “Bu filmle, bizde ilk defa olarak kamerayı sokağa indiriyorum, İstanbul bir tiyatro ortamı olmaktan çıkıp, oyuncularımın içinde yaşadığı doğal bir çevre oluyor.”
Komiser Kemal Lütfi Ö. Akad Kanun Namına 1952 Pınar Tınaz Kemal, 1950'lerden itibaren pek çok filmde yer almış olmasına rağmen, asıl bir klişeye dönüşme sürecini 1970'li ve 1980'li yıllarda Cüneyt Arkın'ın başrolde olduğu polisiye-macera türü filmlerde yaşamıştır.
Salgın Ali İpar Salgın 1953 Atilla Dorsay Sinemamızın renkle ilk tanışma serüvenini oluşturan bu filmlerin ikisi de bir yerlerde olmalı. Keşke küçük bir çabayla bulunup birlikte gösterilse.
Halıcı Kız Muhsin Ertuğrul Halıcı Kız 1953 Atilla Dorsay Halıcı Kız'ı çok uzak olmayan yıllarda Yapı Kredi Bankası onartıp göstermişti.
Ebediyete Kadar Turgut Etingü Ebediyete Kadar 1955 Deniz Bayrakdar Senarist, yazar, gazeteci ve çevirmen Turgut Etingü'nün yönetmen olarak tek filmi. 1955 yapımı film Ziya Şakir'in eserinden uyarlanmış, 50'li yılların sonunda İstanbul'da geçen koyu bir aile melodramı. / İstanbul'un Osmanlı'dan Batı'ya yüzünü dönerken kaybettiklerini ucuzlaşan kumaşlar, basitleşen möbleler ve en sevilenin kaybı ile eşleştirmiş.
Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Yılmaz Güney
1956 Fırat Yücel Abidin Dino, öyküyle aynı adı taşıyan yazısında bu hükmü, Güney'in hayatındaki “ilk eşitsizlik” olarak kayda düşecektir.
Hitit Güneşi Sabahattin Eyüboğlu, Mazhar Şevket İpşiroğlu Hitit Güneşi 1956 Can Candan Siyah beyaz olarak çekilen ve 1956 yılında Uluslararası Berlin Film Festivali'nde kısa belgesel dalında Gümüş Ayı ödülü alan bu belgeselin Türkçe ve İngilizce versiyonları bulunmakta.
Madam Atıf Yılmaz Beş Hasta Var 1956 Övgü Gökçe “Gayrimüslimlerin önemsizliği, Beş Hasta Var filminin bir sahnesinde -bilinçli ya da bilinçsiz olarak- vurgulanmıştır.
Gömlek Düğmesi

1960 Gülengül Altıntaş Midyat'ta insanlar sinemaya girmek için gömlek düğmelerini koparıp vermeye başlamışlar.
Ayşe Nana Federico Fellini Tatlı Hayat (La Dolce Vita) 1960 Ahmet Gürata Asıl adı Hermin Arslanoğlu olan Ayşe Nana, birçok filmde dansöz rolünde göründü. 1958'de Roma'da bir partide çıplak dans ederken, fotoğrafçı Tazio Secchiaroli tarafından görüntülendi. Aktarılanlara göre bu olay ve Tazio Secchiaroli, Federico Fellini'nin Tatlı Hayat filmine ilham kaynağı oldu.
Kulüp Sinema 7 Sami Şekeroğlu
1962 Fırat Yücel İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi (bugünün Mimar Sinan Üniversitesi) öğrencilerine film gösterimleri yapan Kulüp Sinema 7'yi, gösterimlerin akademi dışında da ilgiyle karşılanması üzerine 1962'de kurduğu kaydedilir.
Bir Kadın Alp Zeki Heper
1963 Zeynep Özen Barkot Türk sinemasının sürrealist özellikler gösteren ilk kısa filmi.
Turist Ömer Selamı Hulki Saner Helal Olsun Ali Abi 1963 Abbas Bozkurt Sadri Alışık'ın esas adam olduğu Helal Olsun Ali Abi'de görür bu selamı ilk kez seyirci.
İliadis Kardeşler Yorgos İliadis Susuz Yaz 1963 Ali Deniz Şensöz Yorgos İliadis, 1963 yılında Altın Ayı kazanan Susuz Yaz'ın da ses yönetmeniydi. Kriton İliadis ile birçok filmde beraber çalışan Lütfi Ö. Akad bir söyleşide iki kardeşin titiz çalışmasını övdükten sonra “İliadis Kardeşler sinemamıza katkılarıyla, Anadolu'nun birçok yerinde değirmenler, su düzenleri kurmuş olan babaları İlya Usta'nın ününü sürdürüyorlar.”
Vedat Türkali Ertem Göreç Karanlıkta Uyananlar 1963 Övgü Gökçe Ertem Göreç'in Otobüs Yolcuları (1961) ve Karanlıkta Uyananlar (1963) gibi toplumsal gerçekçiliğin en önemli yapıtları başta olmak üzere kırkın üzerinde filmin senaryosunu ve Türkiye'nin tarihsel ve siyasal süreçlerini ele alan çok sayıda önemli edebiyat eserini kaleme aldı.
Bono Suzan Avcı
1964 Övgü Gökçe 1964'te ödenmeyen bonolardan yaptığı bikinisiyle Ses dergisine verdiği röportaj epeyce ses getiren Suzan Avcı...
Haybeci Hüseyin Baradan Gurbet Kuşları 1964 Pınar Tınaz Halit Refiğ'in 1964 yapımı filmi Gurbet Kuşları'nda, Hüseyin Baradan tarafından canlandırılan, kural tanımaz, atılgan, azimli ve iş bitirici karakterin adıdır.
Suçlu Aramızda Metin Erksan Suçlular Aramızda 1964 Yekta Kopan Söyleşilerine bakınca ustanın kendisinin de aksi davranmayı, huysuzluğu, dikenli açıklamalar yapmayı sevdiğini söyleyebiliriz.
Haydarpaşa Garı Duygu Sağıroğlu Bitmeyen Yol 1965 Nagehan Uskan Başlangıç sahnesidir çoğunlukla Haydarpaşa Garı. İstanbul'un olduğu gibi Yeşilçam'ın da olmazsa olmazıdır. Haydarpaşa Garı uzun tren yolculuğunun sonu gibi görünmektedir ama Sağıroğlu'nun filminin de söylediği gibi yol öyle kolay kolay bitmeyecektir.
Sinematek'in Gençleri Onat Kutlar, Hüseyin Baş, Şakir Eczacıbaşı
1965 Fırat Yücel Türk Sinematek Derneği, Fransız Sinemateki'nin kurucusu Henri Langlois ile tanışan ve desteğini alan bu üç isim tarafından 25 Ağustos 1965 tarihinde açılır.
Kiril Alfabesi

1965 Ali Can Sekmeç Bu filmlerden birçoğu da sansüre takılır. Nedeni ise, Kiril alfabesinde yazılan altyazıların sansür kurulunda -bu yazılar bir aşk filmine ait olsa dahi- komünizm propagandası olarak değerlendirilmesidir.
66 Mutlu Parkan 66 1966 Nagehan Uskan 1966 yılında çekilen filmin yarışmaya yetişmesi için alelacele bir isim bulunması gerekmiş, böylece çekildiği yıl, filmin ismi olmuştur.
Görüntü Dergisi

1966 Zeynep Özen Barkot Görüntü, Avrupa'da yürütülen sinema kuramı araştırmalarının giderek “izleyici sorununu” merkeze almasının da etkisiyle, öncelikli amacını “bilinçli bir sinema izleyicisi oluşturmak” ve “sinemayı sinematografik afyondan ayırt etmek” olarak belirler.
Minör Sinema Yılmaz Güney Çirkin Kral 1966 Aslı Özgen Tuncer Ulus Baker'in Yılmaz Güney sinemasını Gilles Deleuza ve Felix Guattari'nin 'minör edebiyat'ıyla ilişki içinde okurken kullandığı kavram.
Medeniyet Pansiyonu Atıf Yılmaz Ah Güzel İstanbul 1966 Övgü Gökçe Atıf Yılmaz'ın 1966 yapımı Ah Güzel İstanbul filminde taşradan gelen genç kızların ve kadınların kötü yola düşerek, şehirdeki erkeklere bedenlerini sundukları nezih randevu evi.
Soy ve Öldür Yılmaz Atadeniz Klink: Soy ve Öldür 1967 Gökhan Akçora Killing'in bu filmde orijinalinden, yani İtalyan adaşından çok daha insani özellikler taşıdığını söylemeden geçmeyelim.
Star (Satar) Afişleri
Tapılacak Kadın 1967 Nazlı Eda Noyan Burada reklamı yapılan film değil, büyük bir yıldızlar geçidi ve şovdur.
Hisar Kısa Film Yarışması

1967 Yamaç Okur Hisar Kısa Film Yarışması'nın ilki, Robert Kolej'de 1967 yılında gerçekleştirildiğinde, Sinematek'in yayın organı Yeni Sinema Dergisi yazarları katılan film sayısının tahmin edilenden daha fazla olmasının şaşkınlığını sayfalarına taşıyorlardı.
Baterist Vasfi Senih Orkan Suçsuz Firari 1967 Derya Bengi Suçsuz Firari filminin ikinci kötü adamı Vasfi'yi canlandıran Senij Orkan, esas marifetini patronu namına kalleşçe cinayet işlerken değil, baterisi başında baget sallarken ortaya koyuyor.
Öpüşme Yasağı ve Diğer Kanunlar Türkan Şoray
1967 Gözde Onaran Son halini 1967'de alan efsanevi Şoray Kanunları'nın döedüncü maddesi “Filmde öpüşme ve açık sahneler olmayacaktır” şeklindedir.
Çirkin Ares Artun Yeres Çirkin Ares, 8 mm kısa film 1968 Nagehan Uskan Artun Yeres'in bu ilk filmi, kendi deyişiyle “Ortaçağ vahşetinin günümüzde emperyalist ABD saldırganları tarafından nasıl sürdürüldüğünü anlatır. Yeres, Goya estetiğini sinemanın görüntü rejimi içinde kurma arayışındadır.
Sahne: Pavyon/Müzikhol/Gazino Lütfi Ö. Akad Vesikalı Yarim 1968 Övül Durmuşoğlu Lütfi Akad kamerayı gerçek anlamda sokağa çıkarıncaya kadar tiyatroyla göbek bağını devam ettiren sinemada, özele inersek melodramda sahnenin ve sahne performansının ayrı bir yeri var.
Devrimci Sinema Dergisi Genç Sinema

1968 Yusuf Güven Dünyayı değiştirmek için sinemanın bir araç olduğunu düşünen sinemacılar bu amaçla Ekim 1968'de Devrimci Sinema Dergisi Genç Sinema'yı çıkarmaya başlarlar.
Metre Hesabı Atıf Yılmaz Köroğlu 1968 Ahmet Soner 8 Mayıs'ta şöyle yazmışım: “Renkli negatifler geldi bugün. 120 metrelik 39 kutu, yani 4680 metre.”
Senin Tuhaf Bir Halin Var Safa Önal Vesikalı Yarim 1968 Gözde Onaran Filmin senaristi Safa Önal, orijinal sahnede yer almayan bu önemli sahneyi alelacele, Beşiktaş ile Tepebaşı arasında arabada giderken yazmış.
Manevi Sinema Yücel Çakmaklı Birleşen Yollar 1970 Mustafa Emin Büyükcoşkun Yücel Çakmaklı'nın milliyetçi-mukaddesatçı tonda bir Yeşilçam melodramı sayılabilecek Birleşen Yollar ile başlatılabilecek bu tarih, 1975'te Milli Türk Talebe Birliği tarafından Salih Diriklik yönetiminde hayata geçirilen Gençlik Köprüsü gibi filmlerle daha İslamcı bir katakter alır.
Umut'ta Bakış Yılmaz Güney Umut 1970 Umut Tümay Arslan Yılmaz Güney'in Umut'unun radikalliği, üzerine pek az yazılmış olsa da, anlattığı konudan çok tercih ettiği bakıştadır.
Yarın Son Gündür Yılmaz Güney Yarın Son Gündür 1971 Senem Aytaç Yılmaz Güney'in yazıp yönettiği, başrollerini Fatma Girik ve Süleyman Turan ile paylaştığı 1971 tarihli film.
Ferit Ertem Eğilmez Beyoğlu Güzeli 1971 Yeşim Burul Tarık Akan'ın ilk filminde canlandırdığı karakterin adını koyan kişi, filmin yönetmeni ve yapımcısı Ertem Eğilmez'den başkası değildir.
Birsen Kaya
Kirli Eller 1971 Şükran Yücel Birsen Kaya seks filmi çeken ilk kadın yönetmen olduğunu söyler.
Semih Evin Semih Evin Donkişot Sahte Şövalye 1971 Dilek Kaya 1971'de Cervantes'i Yeşilçam'a uyarlayarak Donkişot Sahte Şövalye'yi yapar ve Münir Özkul ve Sami Hazinses'le birlikte, sinema tarihinin belki de en ilginç Don Kişot ve Sancho Panza'sına hayat verir.
Na Erden Kral Hakkâri'de Bir Mevsim 1972 Fırat Yücel Dil yasağının yürürlükte olduğu yıllarda Türkiye yapımı filmlerde zikredilen tek Kürtçe sözcük olma ihtimali yüksektir.
Mono Color Çetin İnanç Yunus Emre Destanı 1972 Pınar Öğünç Bu arada Anadolu'nun farklı yerlerinden boyanan makinist haberleri geliyordu.
Mantıksızlığın Mantığı Bülent Oran
1973 Dilek Kaya Yeşilçam anlatılarında, özellikle melodramlarda rastlanan “mantıksızlık içinde bir mantık düzeni kurma durumu.”
Ertem Eğilmez'in Evi Ertem Eğilmez Köyden İndim Şehire, Salak Milyoner 1974 Berke Göl Gümüşsuyu'nda, Alman Konsolosluğu'nun yan sokağındaki bu bahçe katını Ertem Eğilmez 70'li ve 80'li yıllarda ofis olarak kullanmış, ailesinin Kadıköy'deki evine kimi zaman günlerce gitmeyerek senaristleri ve oyuncularıyla bu evde sabahtan akşama çalışmıştır.
Suç Bizde Lütfi Ö. Akad Diyet 1974 Ceylan Özçelik “Öyle zoom yapmakla, resimleri kısa kesmekle hareket olmaz. Sinemada hareket dramatik yapının gerilimidir” demişti rejisörümüz.
Cevher'in Altın Portakalı Erkan Yücel Endişe 1974 Şükran Yücel Yücel, Yılmaz Güney'in 'Endişe' filmine başladığı sırada Yumurtalık Olayı nedeniyle tutuklanması üzerine onun oynayacağı Cevher rolünü üstlenmek üzere sete çağrılmıştı.
Heimat Tunç Okan Otobüs 1974 Adnan Yıldız Türkçe'deki vatan, memleket, gurbet, sıla kelimelerinin anlamlarını içinde barındıran Almanca kelime.
Deli Yusuf'un Arabası Atıf Yılmaz Deli Yusuf'un Arabası 1975 Ali Deniz Şensöz Fantastiğin en grotesk haliyle karşımıza çıktığı serbest bir Köroğlu uyarlamasıdır.
Yalı Işığı İlhan Arakon Aşk-ı Memnu 1975 Övgü Gökçe Türkiye'nin ilk görüntü yönetmenlerinden İlhan Arakon'un Aşk-ı Memnu'daki görüntü anlayışını tanımlarken kullandığı kavram.
Hayalet Oğuz Oğuz Haluk Alplaçin
1975 Nagehan Uskan Kısacık, Tezer Özlü'nün deyimiyle kelebek gibi bir varoluşa sahip olmuş, hayalet gibi bir ömür geçirmiş. 1975 yılında “46 yaşında, 46 kilo” olarak ölmüş.
Bu Daha Başlangıç William Klein Büyük Geceler ve Küçük Sabahlar 1978 Fırat Yücel “Bu Daha Başlangıç, Mücadeleye Devam”, Büyük Geceler ve Küçük Sabahlar belgeselinden Yeşilçam Sokağı'na, oradan da Gezi Parkı'na uzanan slogandır.
Maden Sendikada Yavuz Özkan Maden 1978 Önder Özdemir Tufan Sertlek, 'İşçi Filmleri, Öteki Sinemalar' kitabında (2015), Yeraltı Maden İş Sendikası'nın film çekilmeye başlamadan önce senaryoyu görmek istediğini anlatır.
Yan Koltuk Kartal Tibet Sultan 1978 Aylin Kuryel Seyirci deneyiminin üzerinde pek konuşulmayan bu en küçük birimi “yan koltuk”, Kartal Tibet'in Sultan'ından Zeki Demirkubuz'un Yazgı'sına (2001) birçok filmde belirir.
E5 Ölüm Yolu Tuncel Kurtiz E5 Ölüm Yolu 1978 Nagehan Uskan Yıllarca kayıp yapıt olarak kalmış, Tuncel Kurtiz'in ölümünden sonra ortaya çıkmıştır. İsveç televizyonu SVT için çekilen bu belgeselde Türkiye'den göçmen işçiler yıllık izinlerini kullanmak üzere memleketlerine dönmektedirler.
Ayhan Işık'ın Ölüm İlanı Nubar Terziyan
1979 Nil Kural “Gerçek soyadının Işıyan olması nedeniyle herkes Ayhan Işık'ın Ermeni olduğunu düşünüyordu.” Berç Alyanakziya, Nubar Terziyan'ın oğlu.
Yorgun Savaşçı Halit Refiğ Yorgun Savaşçı 1979 Ayşegül Koç TRT tarafından ısmarlanmış, devletin bütçe kaleminden finanse edilmiş ve yine devlet tarafından filmin aslı ve bütün kopyaları yakılmıştır.
Cahide Sonku'nun Meyhanede Verilen ve Bit Pazarında Bulunan Ödülü Cahide Sonku
1979 Şükran Yücel 1979'da Sinema Yazarları derneği (SİYAD), Cahide Sonku'ya Türk Sinemasına Hizmet ödülü adıyla bir ödül verilmesini kararlaştırmıştı. “Alırım ama siz getirin bana verin. Burada bir meyhanede...” demişti Sonku.
Bereketli Topraklar Üzerinde'nin Negatifleri Erden Kral Bereketli Topraklar Üzerinde 1980 Şükran Yücel Filmin yarışacağı 16. Antalya Altın Portakal Film Festivali 13 Eylül'de başlayacaktı, bir gün öncesinde askeri darbe gerçekleştirilince festival de iptal edildi. Bereketli Topraklar Üzerinde, bir yıl sonra 17. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde tekrar yarışmadaydı., ancak bu kez de En İyi Film ödülünü alması engellendi.
Sosmelo

1980 Gözde Onaran 'Sosyalist Melodram'ın kısaltmasıdır. Tarık Dursun K. 1980 öncesi Yeşilçam'da klasik melodram kalıplarına siyasal unsurların eklenmesiyle ortaya çıkan filmleri bu şekilde tanımlar.
Aşçı Cindi
Hakkâri'de Bir Mevsim 1982 Ödül Gökçe Ferit Edgü'nün aynı adlı romanından yine Ferit Edgü ve Onat Kutlar tarafından uyarlanan ve Erden Kral tarafından çekilen Hakkâri'de Bir Mevsim filminin 'karın tokluğuna' çalışan set işçisi.
Unutma Kebap ve Çorba Lokantası Yılmaz Güney Yol 1982 Özgür Çiçek Yılmaz Güney'in Yol filminde, yolda olma halini hem mekanı hem de sesi kullanma açısından romantize eden sahnelerden biridir bu Adana otobüs garı lokanta sahnesi..
Gordon Mitchell
Liberata Emanuela 1983 Kaya Özkaracalar, Julian Grainger Bu arada dönemin basınında Mitchell'ın Liberata Emanuela adlı filmde Papa suikastına karışmış Türk mafya lideri Bekir Çelenk'i canlandıracağı kaydedilmiş fakat bu film bugüne dek herhangi bir format ve mecrada izleyici karşısına çıkmış değil.
Bilge Olgaç
Kaşık Düşmanı 1984 Belmin Söylemez “Birey olarak -insan kalıbı içinde- ne denli yanlış yaşadığımızı vurgulamak ve bireyin kendi adına ve toplum adına silkelenmesini sağlamak istiyorum.” Bilge Olgaç
Kürk
Gırgıriyede Büyük Seçim 1984 Sinem Atakul Tüylü Hayvanları Sevenler Derneği Başkanı üstünde kürkle azarlar ayı oynatıcısı Bayram'ı. 2000'ler sonrasının simgesi AVM ise, Özal dönemininki 'kürk'tür.
Çeşme Başı Şerif Gören, Zeki Ökten Kurbağalar 1985 Şenay Aydemir Köy ve şehrin çeperine serpiştirilmiş gecekondu mahallelerinin kamusal alanı erkekler için camiler ve kahvehaneler ise kadınlar için de 'çeşme başı'dır.
Camın Teri Suha Arın Camın Teri 1985 Can Candan '1985 Gençlik Yılı nedeniyle tüm çalışan gençlere ithaf olunur' ibaresiyle başlayan belgeselde Paşabahçe Cam Fabrikası'nda farklı birimlerde çalışan üç işçinin günlük hayatları, çalışma ortamları, düşünceleri ve hayalleri kendi seslerinden anlatılır.
Hazretler Devri Agâh Özgüç
1985 Savaş Arslan Agâh Özgüç 1985'te Video/Sinema dergisindeki bir yazısında Yeşilçam'ın devirlerinden birinin de Hazretler Devri olduğunu söyler.
Haraptar Nesli Çölgeçen Züğürt Ağa 1985 Ödül Gökçe Senaristliğini Yavuz Turgul'un, yönetmenliğini Nesli Çölgeçen'in üstlendiği 1985 yapımı Züğürt Ağa filminin geçtiği köyün hikayedeki adı. Asıl adı Sultantepe. “Batan feodalizmin malları”ndan biri olan bu köyde yağmurun bir türlü yağmaması ve kuraklığın başlaması üzerine köylüler ağanın ürünlerini çalıp satar.
Üftade Halit Refiğ Teyzem 1986 Engin Ertan Senaryosu Ümit Ünal'a ait olan 1986 yapımı Halit Refiğ filmi Teyzem'in başkarakteri.
Kadının Adı Yok Duygu Asena Kadının Adı Yok 1987 Gözde Onaran Duygu Asena'nın büyük ses getiren ve müstehcen olduğu iddiasıyla bir süre yasaklanan, yasağın kaldırılmasının ardından ise aynı adla 1987'de sinemaya uyarlanan romanı.
Gecikmeli Ankara Treniyle Gelen Kadın Ömer Kavur Anayurt Oteli 1987 Övgü Gökçe Sinemamızın edebiyatla en verimli ilişki kurabilmiş yönetmeni Ömer Kavur çoğu filmini Onat Kutlar, Selim İleri, Orhan Pamuk, Füruzan, Barış Pirhasan gibi isimlerle işbirliği içinde gerçekleştirdi.
Günaha Son Çağrı Martin Scorsese Günaha Son Çağrı 1988 Zeynep Dadak Emek Sineması'nın işletmecisi İsmet Kurtuluş gösterimden az önce, dönemin festival direktörü Hülya Uçansu'yu aradı. “Çok acil. Sinemanın önünde çember sakallı bir grup insan toplandı, tekbir getiriyorlar.”
Elli Kutu Film Bilge Olgaç Gömlek 1988 Belmin Söylemez Bir kutu 35mm negatifle yaklaşık üç-dört dakikalık film çekilebiliyordu. Negatif az olduğu için provalar önemliydi. Bilge Olgaç'ın Gömlek filminde çalışırken bunu bizzat yaşadım.
Yekta Reha Erdem A Ay 1988 Gülengül Altıntaş Reha Erdem'in 1988 yılında çektiği ilk filmi A Ay'ın çocuk kahramanıdır.
Entel Filmi İrfan Tözüm Melodram 1989 Nadir Öperli Burçak Evren'in “bir bilmece film” olarak nitelendirdiği 1989 yapımı Melodram'la ilgili eleştirisinden bir bölüm, bu filmlerin çekildikleri dönemde nasıl algılandıklarını anımsamamız için işlevsel olabilir. “Melodram'dan aklımda kalan tek söz 'korkarım bunu bizden başka kimse anlayamaz' oldu.
Dört Mevsim İstanbul Lütfi Ö. Akad Dört Mevsim İstanbul 1990 Necati Sönmez Lütfi Ö. Akad'ın son kez yönetmenlik yaptığı 1990 tarihli Dört Mevsim İstanbul, yapımcısı TRT'nin arşiv raflarında yıllardır “korunduğu” için pek çoğumuz tarafından varlığı bilinen ama kendisi ulaşılmaz olan bir belgesel klasiğidir.
Mezopotamya Sinema Kolektifi

1990 Suncem Koçer Bugün Türkiye festivallerinde kendilerinden nitelik ve nicelik olarak söz ettiren Kürt filmlerinin temelleri Mezopotamya sinemanın 90'larda başlayan kuramsal ve uygulamalı çalışmalarında bulunabilir.
Bergen Canan Gerede Acıların Kadını 1994 Zeynep Dadak Acıların kadını. Arabeskin kraliçesi. Onun hikâyesi, film ve hayat,temsil ve gerçek ilişkisinin en 'can alıcı' örneklerinden biridir.
Bağımsız Derviş Zaim Tabutta Rövaşata 1996 Fırat Yücel Derviş Zaim'in, 27 günde, neredeyse sıfır bütçeyle, kendi deyimiyle “gerilla tarzında” çektiği Tabutta Rövaşata, bağımsız olarak tanımlanabilecek filmlerin başında gelir. Zeki Demirkubuz ve Nuri Bilge Ceylan'ın yapımcılığını kendilerinin üstlendikleri ilk birkaç filmleri de üretim biçimi açısından bağımsız sayılabilir.
Arabesk Noir
Masumiyet 1997 Tül Akbal Süalp Kara film tarzının 1980'ler sonrası dünya genelinde yenilenen ve başkalaşan etkisinin Türkiye sinemasındaki tezahürlerinden biridir.
Zorduç Yeşim Ustaoğlu Güneşe Yolculuk 1999 Ayça Çiftçi Zorduç'a, güneşe yolculuğa karar verdiği o isyankar zikir sahnesi sinemamızda büyük bir kırılma anı, bir dönüşümün işaretçisi.
Ax Kâzım Öz Ax 1999 Suncem Koçer Kâzım Öz'ün 1999 yılında Mezopotamya Sinema Kolektifi bünyesinde tamamladığı ilk kısa metrajının absürd bir sansür hikayesi vardır.
Heimat Fatih Akın Duvara Karşı 2003 Adnan Yıldız Fatih Akın ise kendinden öncesini ve sonrasını anlamamıza yardımcı olacak keskin bir dile sahip.
Sadi Konuralp Sadi Konuralp
2004 Kaya Özkaracalar Ölümüyle yarım kalan bir kitap çalışması, Geceyarısı Sineması'nda yayımlanmış yazılarıyla takviye edilerek 'Film Müziği' Tarihçe ve Yazılar' (2004) başlığıyla yayımlandı.
Optik Düşler Ahmet Uluçay Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak 2004 Ayça Çiftçi, Zeynek Dadak Sinemanın büyüsü deyişindeki metafor bir düzanlama dönüşür Ahmet Uluçay'ın filmlerinde.
Hilmi Etikan Hilmi Etikan Türkiye'de Kısa Filmin Tarihi 2006 Övgü Gökçe Türkiye'de kısa film alanında yapılan en uzun soluklu etkinliğin mimarı, kısa filmin 'abisi', belgeselci.
Turbo Sakız Seyfi Teoman Tatil Kitabı 2008 Abbas Bozkurt Seyfi Teoman'ın ilk filmi Tatil Kitabı'nda ise nostaljik bir tarafı yoktur Turbo Sakız'ın.
Issız Adam Çağan Irmak Issız Adam 2008 Hasan Cömert Issız Adam'dan iki yıl önce Nuri Bilge Ceylan benzer bir karakteri ve ilişkiyi masaya yatırarak Cannes'da Jüri Büyük Ödülü'nü kazandığında bile bu kadar ses getirmemişti.
Çiçek Bar Arif Keskiner
2011 Serdar Kökçeoğlu Çiçek Bar'ın yirmi altı yıllık sahibi Arif Keskiner yani 'Çiçek Arif' kitaplarına daha çok zaman ayırabilmek için birlikte anıldığı mekana veda ediyordu.
Film İçin Ev Satmak Reis Çelik Lal Gece 2012 Cihan Özyurt Çelik, ulusal ve uluslararası arenada pek çok ödül alan Lal Gece filmini çekmek için, gazetecilik günlerinde dişiyle tırnağıyla biriktirerek aldığı evini sattığını açıklamıştı birkaç yıl önce.
Koltuk Kılıfı

2013 Senem Aytaç Genellikler, toplu taşıma araçlarında ve sinemalarda kullanılan bir koltuk aksesuarı. Emek sinemasından geriye kalan yegâne obje. Sinemanın Mayıs 2013'te gerçekleştirilen yıkımından iki ay önce, 31 Mart'ta gerçekleşen ve yaklaşık üç saat süren işgale katılanların evlerinde rastlamak mümkündür.
Sinemacıların Büyük Yürüyüşü Deniz Yeşil Yollara Düştük 2014 Deniz Yeşil 5 Kasım 1977 sabahı Beşiktaş'ta açılan büyük 'Sinema Emekçileri' pankartıyla sinema büyük suskunluğuna son vermişti.
Bütün Mahalleli Duysun Çiçek Kahraman Bütün Mahalleli Duysun 2015 Gülengül Altıntaş Çiçek Kahraman'ın Şubat 2015'te !f İstanbul kapsamında SALT'ta sergilenen video ve ses yerleştirmesi.
Yönetmenini Bekleyen Romanlar

2015 Abbas Bozkurt Aşağıda gördüğünüz bu bir hayli öznel liste, söz konusu nafile uğraşa bir giriş niteliğini taşır; belki yankılanan sesi birileri duyar diye kuyuya atılan bir taştır: Berci Kristin Çöp Masalları (Latife Tekin), Yenişehir'de Bir Öğle Vakti (Sevgi Soysal) ....
Tifli'nin Kamera Öncesi Kamerası Tifli
17. ve 18. yüzyıl Cemal Kafadar 17. ve 18. yüzyıllarda İstanbul'u kasıp kavuran meddah hikayeleri arasında bir 'Sansar Mustafa Hikayesi' var ki bunu yazıya geçiren kimsenin ve kahvehanelerde, hamamlarda, hanlarda, konaklarda anlatan meddahın bir kamerası eksik.
Fevziye Kıraathanesi

1855-1930 Aslı Özgen Tuncer Sponeck'te iki ay süresince devam eden film gösterimlerinin ardından, Ramazan ayı kutlamaları çerçevesinde Şehzadebaşı'ndaki Fevziye Kıraathanesi'nde Türk ve Müslüman nüfusa hitaben bir gösterim gerçekleştirilir.
Gezi Parkı

1896,1897 Canan Balan Parkın İstanbul'daki erken dönem film gösterimlerine de ev sahipliği yapmış olduğunu söyleyebiliriz.
Despina Nine Manaki Kardeşler Despina Nine 1905-1908, 1995 Ahmet Gürata Manaki Kardeşler'in yüz yaşını geçmiş babaanneleri Despina'yı yerde çıkrık çevirirken görüntüleyen film, Angelopoulos'un Ulis'in Bakışı'nda (Ulysses's Gaze) Balkanlar'ın ortak sinema mirasının bir parçası olarak yer alır.
Faruk Kenç Giovanni Scognamillo
1910-2000 Murat Tırpan Gioanni Scognamillo'nun sinema tarihinde anlattığı üzere hem sonradan Yeşilçam'ı tanımlayacak tüm konuları, temaları ve klişeleri ilk kullananlardan olmuş ve Amerikanvari bir sinemaya yönelmiş; hem de Belgin Doruk, Ayhan Işık gibi starları bizzat yaratmıştır.
Sansür Müfettişi

1914-1918 Özde Çeliktemel Bilhassa Birinci Dünya Savaşı'nda, sinema sansür müfettişinin karar yetki alanı değişmiş ve polis propagandist filmlere karşı önlem almak için film gösterimlerini kontrol etmeye başlamıştı.
Henri Langlois Henri Langlois
1914-1977 Fırat Yücel 1930'lu yıllarda makine dairelerindeki yıpranmış sessiz film kopyalarını toplayan Langlois, İkinci Dünya Savaşı sırasında da nazizmin lanetlediği çok sayıda filmin kopyasını kurtaracaktır.
Sinemadan Çıkmış İnsan Yusuf Atılgan
1921-1989 Murat Erşahin Aylak Adam'dan. “İki saat sonra kalabalığın içinde, sinemadan bir dar sokağa çıkan sanki başka birisiydi.”
Filmi Kulağıyla İzlemek Bülent Oran
1923-2004 Tolga Yalur Yeşilçam'ın emektar senaryo yazarı Bülent Oran'ın Yeşilçam izleyicisi için kullandığı bir ifade.
Gani Dolly Gani Turanlı
1926-2005 Burçak Evren Türk sinemasının usta görüntü yönetmenlerinden Gani Turanlı'nın icat ettiği bir alet.
Giovanni Scognamillo Giovanni Scognamillo
1929-2016 Doğu Yücel Kimse Poe'lardan, Lovecraft'lerden, Ambrose Bierce'lardan söz etmiyorken Giovanni Scognamillo bu yazarları okurlara tanıttı, birçok klasiğin yayımlanmasına önayak oldu.
Sinema Feneri

1930-1960 Müge Turan Sinema feneri 1930-1960 yılları arasında elle boyanan, elektrikten önce arkasındaki fenerlerle, sonrasında ampullerle aydınlatılan devasa afişlere verilen isimdir.
Sinomani

1930'lar Özge Özyılmaz 1930'larda özellikle kadınların ve gençlerin sinema düşkünlükleri, gazete ve dergi köşelerinde dönemin entelektüelleri tarafından eleştirilmiş, hatta bu ilgi sıklıkla bir hastalık olarak görülmüştür.
Merkez Film Kontrol Komisyonu

1939-1977 Dilek Kaya Çekilmiş her yerli filmi denetlemekle yükümlü, Ankara'da konuşlanmış sansür komisyonu.
Cin Aynası Nurullah Ataç
1940-1950'ler Şükran Yücel Nurullah Ataç'ın, Türkiye'de sinemanın ellinci yılı dolayısıyla Karalama Defteri'nde kaleme aldığı yazısında 'sinema' yerine kullanılmasını dilediği kavram.
Masis Gül Masis Gül
1947-2003 Nagehan Uskan “Amatör kahırkeş sanat uzmanı, 1947-2003 yılları arasında yaşamıştır.
Emek Sineması Vittorio de Sica, Bisiklet Hırsızları, Selamsız Bandosu 1948,1987 Enis Köstepen Yıllar içinde Bisiklet Hırsızları'ndan .... Selamsız Bandosu'na pek çok unutulmaz film Emek Sineması'nda seyirciyle buluşur.
Hayri Esen

1950-1975 Ali Can Sekmeç Türk sinemasının unutulmaz erkek dublaj sesi.
Meslekler

1950-1980 Zeyno Pekünlü Yüz Yeşilçam melodramını örneklem kümesi olarak aldığımızda erkek karakterleri; akrobat, amele, antrenör, arkeolog, …yankesici, yer gösterici, yönetmen, zurnacı gibi meslekleri icra ederken görebiliriz. Buna karşın kadın karakterlerin yarısına yakını mesleksiz olarak yer alırken, mesleğiyle birlikte filmin hikayesine katılan kadınları ağırlıklı olarak şarkıcı, öğretmen, sekreter, hizmetçi, dansöz, konsomatris, hemşire, hostes ve temizlikçi rollerinde izliyoruz.
İnsan Ruhu Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz
1950-2000'ler Fırat Yücel Toplumsal-sınıfsal çıkarımların sanatın işi olmadığı düşüncesinin bir ürünü olarak da görülebilir insan ruhu. Bu da haliyle, içgüdü ve dürtüleri merkeze alan erkek-birey psikolojisi odaklı bir bakışı beraberinde getirir.
Zeynep'i Gelin Ettiler

1955'ten önce Sevin Okyay O, hıçkırık sesleri eşliğinde arabada giderken biz de dağların tepesinden gelin konvoyunun gidişini izleriz. “Zeynep'i Ahmed'e ettiler gelin” türküsü eşliğinde. Benim hıçkırıklarım, Zeynep'inkilere karışır.
Voliwood Ferdi Eğilmez
1960 ve 70'ler Berke Göl Hollywood'un Hindistan sinemasındaki alternatifi Bollywood ise, Yeşilçam'ın en üretken olduğu yıllardaki karşılığı da -en azından Ferdi Eğilmez'ın aktardığı kadarıyla- Voliwood'dur.
Yılocular ve Cınocular Yılmaz Güney, Cüneyt Arkın
1960 ve 70'ler Ali Kemal Çınar Cıno'nun filmleri televizyonda sık sık gösterilirken, Yılo'nun filmlerine ulaşmak pek mümkün değildi.
James Baldwin Başka Bir Ülkede James Baldwin, Sedat Pakay James Baldwin: From Another Place 1961-1971, 1973 Berke Göl Bu yıllarda Yaşar Kemal'den Kemal Tahir'e, Ara Güler'den Engin Cezzar ve Gülriz Sururi'ye, İstanbul enyelijansiyasının pek çok önde gelen ismiyle dostluk kurar. Hatta Hisar Kısa Film Yarışması'nda adına ödül bile konur. Kimilerine göre siyah Amerikalı eşcinsel bir yazar olarak kimliğini yeniden inşa ettiği bir yer olan İstanbul'da Baldwin, aynı zamanda en önemli romanlarından 'Bir Başka Ülke'yi (Another Country) burada bitirecek, yazarlık kariyerinin de en verimli dönemlerinden birini geçirecektir.
Film İçin Ev Satmak Müfit İlkiz Bir Milyonluk Macera, Tahrik 1962,1989 Cihan Özyurt İyi bir işadamıyken heves edip Yeşilçam'da yapımcılığa başlayan ve Sibel Film'i kuran İlkiz, çok da ses getirmeyen pek çok filme yapımcılık yaptı. Hatta kimi filmlerinde Filiz Akın, Cüneyt Arkın bile oynadı.
Yeni Sinema Dergisi

1966-1970 Berke Göl 1965'te kurulan Türk Sinematek Derneği'nin 1966-1970 arasında yayımlanan dergisi.
Ferit Tarık Akan
1970-1976 Yeşim Burul Tarık Akan'ın 1970-1976 yılları arasında rol aldığı filmlerin büyük bir çoğunluğunda canlandırdığı karakterlerin adı.
Çocuklar

1970-2014 Zeynep Dadak Ve sinemaya sığdırılamayan, sosyolojiyle açıklanamayan, sokaklarda öldürülen çocuklar.
Trompet Solo

1970'ler Ahmet Gürata Şöyle yazar Akad: “İlhan Arakon yeni bir mercek getiriyor, alışılmış merceklerden çok değişik, yapı olarak çok değişik.”
Dilber Ay'ın Tekmesi

1977-1980 Tunca Arslan Gerçek adı Gülşen Demirci olan 1958 Kayseri doğumlu Dilber Ay, Yeşilçam'daki seks filmleri furyasının ikinci döneminin popüler oyuncularından biriydi. Kariyerinde, 1977-80 arasında toplam yirmi yedi film var.
Lâmekân
Anayurt Oteli, C Blok,Gemide, Bir Zamanlar Anadolu'da, Gözetleme Kulesi, Yozgat Blues, Annemin Şarkısı 1987, 1994, 1998, 2011, 2012, 2013, 2014 Tolga Yalur Bu filmlerin büyük abisi belki de memleketin yuvarlandığı 'anayurt' ve aidiyet çukurunun dibi olan Anayurt oteli. Tamamında mekânlar birer hiç, kimliksiz ve tekinsiz.
Görüntü Dergisi

1990, 2000 Zeynep Özen Barkot Görüntü, sinemayı izleyiciyi de kapsayan bir üretim alanı olarak görür ve bu alanın oluştuğu süreci, kodlarını, ideolojik tabanını tarihselci bir yaklaşımla deşifre etmeye çalışır.
2/5BZ Serhat Köksal
1990'lar Serdar Kökçeoğlu Yeşilçam repliklerini alıp müziğinde kullanan ilk isimlerden biri 2/5BZ adı altında müzik yapan Serhat Köksal oldu.
Şimşek Video

1990'lar Övgü Gökçe 1990'ların başında açılan özel televizyonların Yeşilçam'ın kapanan yapım şirketlerinden kiloyla satın aldıkları filmleri yayın programlarını oturtana kadar günde kimbilir kaç kez teklifsiz telifsiz göstermelerini fırsat bilerek kopyalıyordu bu filmleri Şimşek Video.
Demirkubuz Kapıları Zeki Demirkubuz C Blok, Masumiyet, Üçüncü Sayfa, Yazgı, Bekleme Odası 1993, 1997, 1999, 2001, 2003 Serdar Kökçeoğlu Hayatlar önce kapılarda kesişir; tıpkı Bekleme Odası'nda yönetmenin hayatına giren kadınların önce kapıda belirmesi gibi...
Geceyarısı Sineması Kaya Özkaracalar
1998-2003 Serdar Kökçeoğlu Kaya Özkaracalar'ın önderliğinde karanlık sulara yelken açmış ve 'tu kaka' ilan edilen filmlere de yasaklanan 'tehlikeli' filmlere de cesaretle ve merakla yaklaşmıştır.
Atılgan Cult Shop Metin Demirhan
2000 öncesi ve sonrası Serdar Kökçeoğlu Filmlere, müziklere şimdiki kadar kolay ulaşılamayan, bilgi ve birikimlerin bir 'tık' ötemizde olmadığı yıllarda butik hobi/merak dükkânları vazgeçilmez mekânlardı.
Emek Sineması

2013 Enis Köstepen 9. İdare Mahkemesi projeye yönelik yürütmeyi durdurma kararını iptal eder. Bu karar esas alınarak Emek Sineması 2013 Mayıs'ının sonlarına doğru, Gezi Direnişi başlamadan hemen önce yıkılır.