7 Ocak 2019 Pazartesi

Müslüm, Roma, Yerçekimi


Müslüm'den ve Roma'dan yerçekimi etkisine.

Rastlantıların önemine gittikçe daha çok inanıyorum. İnternet'in sosyal ortamlarına ilk geldiğimde ne yapacağımı bilmez halde çevrede dolaşırken, sanatla ilgili güzelliklere ulaşabilmek umuduyla Sanat Dünyası grubuu başlatmıştım. Gelişmeler beklediğim gibi olmadı. Güzellikler bir düzen içinde gelip kendilerini tanıtarak onlara nasıl ulaşılacağını duyurmadılar. Yapılan paylaşımların üstleri zamanın toprağıyla örtüldü. Ancak özel olarak kazılıp aranırsa bulunabilir oldular.

İletişim kurmanın bu kadar kolaylaştığı bir dünyada düzenlenmiş verilere ve nitelikli bilgilere ulaşmanın zorluğu beni şaşırtıyor. Kuşkusuz bunda düşünce kalıplarını ve yaşama biçimlerini kolay değiştiremeyen herkesin payı var. Sistemleri ve araçları ne toplumsal olarak, ne de kişisel olarak yeterince iyi kullanamıyoruz.

Müslüm'ü duymamak kolay değildi. Ama Roma'yı ve Yerçekimi'ni rastlantıların yardımı olmasa göremeyebilirdim. Üçünü de izleyebilmiş olmamın bir şans olduğunu düşünüyorum. Yoksa Müslüm'ü gördükten sonra Roma'ya gidip yerçekimi etkisine nasıl kapıldığımı yazamazdım.

....

MÜSLÜM


Nitelik ve nicelik çelişen kavramlar mıdır? Çok kişinin dinlediği bir müzik türü ya da yapıtı, mutlaka sıradan mıdır? Pek az ilgi gören ve yalnızca uzmanların anladığı bir dal, çok özel ve değerli midir? Bir film anlaiılamıyorsa ve pek az ilgi görüyorsa, ona herkesin sinemanın başyapıtı olarak bakması zorunlu mudur?

Bu sorulara zamandan ve bulunulan yerden, soruları soranlardan ve yanıtları verenlerden bağımsız olarak getirilebilecek; her yerde ve her zaman ve herkes için geçerli olacak açıklamalar bulunabileceğini sanmıyorum. Kendi bakış açılarımın bile her onyılda epey değişebildiğini söyleyebilirim. Bir zamanlar Orhan Gencebay ve Gülden Karaböcek'in sesinden dinlediğim bazı şarkılardan etkilendiysem de "arabesk" diye nitelendirilen müziğe pek yakın olamadım. Müslüm Gürses de uzaktan duysam da şarkılarını neredeyse hiç dinlemediğim bir sanatçıydı. Onu adını taşıyan filmle tanıdım desem yanlış olmaz.

"Arabesk müziğinin efsane ismi Müslüm Gürses'in hayat hikayesini beyazperdeye taşıyan Müslüm filminin yönetmenliğini Ketche ve Can Ulkay üstleniyor. Senaryosunu Hakan Günday'ın kaleme aldığı filmde Müslüm Gürses'i Timuçin Esen, eşi Muhterem Nur'u ise Zerrin Tekindor canlandırıyor. Müslüm Gürses ve Muhterem Nur'un hayatını anlatan film; çocuk yaşta, tesadüfen girdiği Adana Halkevi'nde bağlama ustası Limoncu Ali'yle tanışan Müslüm Gürses, kendisinden hem müzik bilgisi hem de ilerleyen yaşlarında sık sık hatırlayacağı çok önemli hayat dersleri alır. Limoncu Ali, bir öğretmen olmasının ötesinde çocuk Müslüm'e şefkat gösterir, bir nevi babalık yapar."

Box Office Turkiye'de yukarıdaki kısa tanıtımla birlikte filmin eleştirilerinin bulunduğu bağlantılar ve başlıkları verilmiş. "Atilla Dorsay: Müslüm Baba ve Muhterem Nur: Görkemli bir Türkiye efsanesi...", "Olkan Özyurt: Babanın ağlatan hayatı", "Murat Erşahin: Acıların büyüttüğü çocuk", "Uğur Vardan: Yaksaydı dünyayı o yakardı...", "Şenay Aydemir: 'Müslüm' var, 'Baba' yok!", "Mehmet Açar: Müslüm Baba'nın acıları". Siteye baktığım sıradaki bilgilere göre, Müslüm filmini 10 haftada 6.311.619 kişi, 82.943.121 lira hasılat bırakarak izlemiş.

Filmi Ketche ve Can Ulkay yönetmiş, senaryoyu Hakan Günday ve Gürhan Özçiftçi yazmış. Müslüm'ün yaşamını anlatmaya yaşamını ortadan ikiye bölen, adeta öldüğü ve sonra yeniden doğduğu bir anla başlamışlar.  5 Temmuz 1953'te başlayıp 3 Mart 2013'te sonlanan kısa bir yaşamın öyküsünden yola çıkarak yaşamı, değişimi, toplumu, müziği ve ilişkileri anlatmışlar. Müslüm'ün Fıstıközü, Halfeti'de başlayan yolculuğu İstanbul'da bitmiş.

Müslüm Gürses ve Muhterem Nur, Roma'ya hiç gitmiş midir?

....

ROMA


Roma kentinin ve tarihinin çekiciliği olmasa, Roma'ya gitmeyi yine de düşünür müydüm; bilmiyorum.

"Usta sinemacı Alfonso Cuarón'un Venedik'te Altın Aslan ödülüne layık görülen filmi Roma, 70'lerin başında Meksiko City'nin Roma adlı bir muhitinde, ev hizmetlisi olarak çalışan Cleo'nun çevresinde gelişenleri anlatıyor. Alfonso Cuarón'un çocukluğunu beraber geçirdiği kadınlardan ilham aldığı ve onlara bir saygı duruşu olarak nitelendirdiği Roma'da, bir ailenin çalkantılı yaşantısıyla beraber dönemin toplumsal hiyerarşisi ve sınıfsal önyargıları irdeleniyor."

Box Office Turkiye'de bu kısa notla birlikte filmin eleştirilerinin bulunduğu birkaç bağlantı verilmiş. "Atilla Dorsay: Bir emekçi portresinin ardında tüm bir halk, tüm bir dönem", "Mehmet Açar: Saf ve yalın sinemanın gücü", "Uğur Vardan: Bir zamanlar Meksika'da..." 

Sanatın herhangi bir alanında düşünen ya da üreten herkes için çocukluğun özel bir önemi olduğuna ve hep olacağına inanıyorum. Tarkovski gibi Alfonso Cuaron da anılarındaki silik geçmişe ışıklı aynalar tutmak istemiş olmalı. Suya yazılacak anılar, filmin girişinde Cleo'nun çalıştığı evin yıkanmakta olan zemininde yansımaya başlıyor. Bulutlar ve uçaklar, insanlar ve yüzler, yaşamlar ve gölgeler belirip kayboluyor. 1970'lerin dünyasında Türkiye'de, Meksika'da ya da herhangi bir yerde yaşayanlar, kendi yakınlarındaki ve uzaklardaki kadınlar erkekler zenginler yoksullar güçlüler güçsüzler arasında yaşanmış öyküleri hatırlayarak, olup bitenleri çocukların gözünden görmeye çalışarak; filmde yakalanmış evrenselliğin boyutlarını değerlendirebilirler. Cuaron'un tam olarak neleri amaçladığını elbette bilemem. Ama anlattığı dünyaya benim de, o büyük arabanın zorlukla girip çıktığı avluda dolaşan çocuğun ve çevresindeki kadınların gözleriyle bakmamı sağladığıı söyleyebilirim.

Zamanın Cuaron'un Roma filmi ve tarihi Roma kenti arasında nasıl bir ilişki kuracağını merak ediyorum. Büyük kentlerde küreselleştikçe çöken uygarlıklar, küçük mahallelerde insanca yaşamayı ve doğayla yeniden dost olmayı öğrenerek, yeni gelecekler yazabilirler mi? Küllerinden doğabilirler mi?

....

YERÇEKİMİ


Yerçekimi'ni duymamışım, ya da duyduysam bile unutmuşum. Işık hızıyla konuşup dinlediğimiz bu tuhaf çağda verileri düzene sokmak ve bilgilere ulaşıp onları doğru kullanmak çok zor. Bu yüzden Alfonso Cuarón'un beş yıl önce yapılmış üç boyutlu bir filmi olduğunu görünce şaşırdım.

"Yerçekimi, Sandra Bullock ve George Clooney'nin başrollerini paylaştığı, izleyicileri uzayın acımasız ve uçsuz bucaksız derinliklerine çeken bir gerilim filmi. Filmde Bullock ilk uzay görevindeki zeki tıp mühendisi rolunü, George Clooney ise son görevine çıkan tecrübeli astronot Matt Kowalsky rolünü canlandırıyor. Önceleri son derece normal görünen görevde felaketin baş göstermesiyle uzay gemisi harap olmuş, Stone ve Kowalsky tamamen yalnız kalmışlardır.

Birbirlerinden başka hiç bir dayanakları kalmayan ikili uzayın derinliklerinde kaybolmuşlardır. Derin sessizlik onlara Dünya ile bütün ilişkilerinin kesildiğini ve kurtulma şanlarının kalmadığını söylerken, korkuları paniğe dönüşürken her nefesleri de çok az kalan oksijenlerini tüketmektedir. Eve dönmenin tek yolu belki de uzayın daha da derinliklerine inmektir."

Box Office Turkiye'de bu tanıtımla birlikte filmin eleştirilerinin bulunduğu bağlantılar ve başlıkları verilmemiş. Ama gişe rakamları var. Siteye baktığım sıradaki bilgilere göre, Yerçekimi filmini 8 haftada 395.872 kişi, 5.544.661,00 lira hasılat bırakarak izlemiş.

Ne yalan söyleyeyim, bizim kuşaktan dünyada neler olup bittiğini görebilenlerin hiç değilse bir bölümü, uzaya gitmeye olmasa bile onu araştırıp anlayabileceği meslekler seçmeye meraklıydı. Ama bildiğim kadarıyla bu merak fazla sonuç getirmedi, uzay merkezleri bizim kuşaktan araştırmacılarla dolup taşmadı. Artık Türkiye Uzay Ajansı olduğuna göre bundan sonra durum değşir mi?

Alfonso Cuarón'un babası Alfredo Cuarón nükleer tıpta uzmanlaşmış bir doktormuş. Aileyi Cuarón on yaşındayken terk etmiş. Alfredo Cuarón bilimsel çalışmalarını sürdürüyormuş. Alfonso Cuarón ve Liboria Rodríguez, Roma'nın New York'taki premiyeri sırasında birlikte sahneye çıkmışlar. Liboria Rodríguez, Cuarón’un ikinci annesiymiş. Yaşamı Roma'dan bakarak mı, uzaya giderek mi görmek daha kolaydır? Sorunlar dünyada mı, atmosferin dışında mı daha ağırdır?

Yerçekiminden kurtulmak insanlığı kurtarır mı, sonunu mu getirir? Kendimizi kalabalığın içinde mi daha iyi anlarız, uzayın karanlığının sessizliğinde mi? "Yaşam nedir" diye sormadan yaşayabilir miyiz? Uzayda ve zamanda, herkesin buluşup mutlu olacağı bir an var mıdır? Yerçekimi olmadan yaşayabilir miyiz?