5 Ocak 2020 Pazar

Siyah Orfe'nin Doğumu


Günün birinde "2000+X" olarak sonuçlanacak çalışmayı yaparken ulaştığım tuhaf gerçeklerden birisi de, zaman diye tanımladığımız kavrama pek de fazla güvenmememiz gerektiği olmuştu. Görebildiğimiz, duyabildiğimiz, algılayabildiğimiz her şey gibi zaman da sürekli değişiyordu. Takvimlerin ve saatlerin güneşe ve dünyaya uygun çalışması için az uğraşmamıştı insanlar. Bu yüzden binyıl değişiminin yaklaştığı günlerde milyarlarca insanın "2000 yılı geldiği anda acaba neler olacak?" diye bir bekleyişe girmesini şaşırtıcı bulmuştum. 2000 yılı geldiğinde ve sonra 2020 geldiğinde de elbette pek çok şey oldu ama aradaki yirmi yılda çok daha fazlası yaşandı. Dünya pek de önceden düşündüğümüz gibi olmasa da, çok değişti. Yaşananlar süreklidir, saatler ve takvimler kesintilidir. Saniyeler geçtikçe sayılar büyür. Altmış, yirmi dört ve üç yüz altmış beş gibi önceden tanımlanarak sihirli olduğuna inanılmış değerlere ulaşınca dakikalar, saatler, günler, aylar, yıllar geçer. Yaşanan zamanla sayıların gösterdiği arasında sapmalar olduğunda zaman değiştirilemez, sayılar düzeltilir. İstenirse yeni başlangıçlar yapılarak farklı milatlar seçilir. Uzay ve zaman hep aynı kalıyor gibi görünerek sürekli değişir.

Buhar makinesiyle başlayan değişimler insanın hızını çok artırdı. Saate beş kilometre yürüyebilen ve çıkardığı dünya rekortmenleri yüz metreyi ancak on saniye için saatte otuz altı kilometre hızla koşabilen insan, ışığın ve zamanın sırlarını da keşfetmeye başladı. Bir saatte on binlerce kilometre gidebilen roketler yaparak uzaya açıldı. Bir zamanlar parçalanamaz denilen atomun içindeki nötronların ve protonların elektronlarla ilişkilerini anlamaya ve çözmeye başladı. Henüz kimse pek anlamasa da herkesin severek ve benimseyerek kullandığı kavramlar bularak kuantum çağını başlattı. Artık birbirimizle sürekli ve daha çok konuşarak yaşamakta olduğumuz bu "ışık hızında iletişim" çağında ne birbirimizle, ne ürettiğimiz makinelerle, ne doğayla, ne uzayla, ne zamanla, ne de evrenle ilişkimizin eskisi gibi sürmesi beklenemez. Yaşam değişimdir ve değişimin hızı belirleyicidir. Hız, kontrol edilemezse öldürücüdür. Frenleri çalışmayan bir araç yalnızca ölüme götürür. Doğaya uyum sağlayamayan bir hıza ulaşmak, yaşamı ölüme dönüştürür. Işık hızında yaşamaya ve kaçmaya çalışan insanı, ölüm de ışık hızında kovalar. İnsan ışık hızının aşılıp aşılamayacağını merak edebilir. Ölüm yalnızca peşinde olduklarını sessizce ve sabırla kovalar.

Kişisel olarak yaşamımda üç genel milat olduğunu söyleyebilirim. Birincisi Türkiyede'ki ortamın bir anda akıl almaz biçimde değişiverdiği 12 Eylül 1980. İkincisi daha güzel bir dönemi yaşayacağımıza inandığımız iki binli yıllara geçiş yaptığımız 1 Ocak 2000. Üçüncüsü de yeni sosyal iletişim ortamlarında yer alacağım dönemin başlangıcı. İlk kitabımı yazmayı bitirdiğim tarih olan 27 Ocak 2008 ve ilk blog yazımı Milliyet'te yazdığım tarih olan 8 Ocak 2012 arası. Hangi dönemde yaşarsak yaşayalım ölümün varlığını galiba hep hissediyor, bazen de çok yakınımızda görüyoruz. Türkiye'nin ve dünyanın tarihi, ölümün yaşamda ne kadar belirleyici olduğunu gösteren yakın ve uzak örneklerle dolu. Bu yüzden güzel bir kızın peşine takılan kara bir ölümün öyküsünü anlatan Siyah Orfe, aslında çağlar kadar eski olan bir konuya değiniyor.

....

Siyah Orfe filmini 12 Eylül 1980 sonrasındaki yıllardan birinde izlemiş olmalıyım. Çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Kendi dünyamdan uzaklaşıp Rio'da karnaval ortamında Öridis'i izlemek, yaşamı ve ölümü onun sevinçleri ve korkularıyla görmek; mitolojiden kaynaklanan bir öyküyü perdede yaşamanın çok daha fazlasını getirmişti. Siyah Orfe'de Orfe ve Öridis arasında başlayıp hızla gelişen ilişki, yalnızca onları ve yaşamlarını anlatmıyordu. Yaşamın ve ölümün tarihsel köklerine uzanıyor, yaşamla ölüm arasındaki ilişkiyi ve aşk denilen büyünün bunların arasındaki yerini şiir diliyle anlatıyordu.

Öridis ve Orfe'nin filmdeki öyküsü birkaç biçimde izlenebilir. Öncelikle, günümüz Rio'sunda bir karnaval sırasında yaşanmış gerçek bir öykü olarak. Filmdeki yan kişiler kentin ve yaşamın derinliğini yansıtmayı başarıyor. Öridis ve Orfe birbirlerini gerçek bir dünyada seviyor.

Adhemar Feirrera da Silva olarak Ölüm, mitolojik öyküyle zamandan bağımsız bir ilişki kurulmasını sağlıyor. Orfe ve Öridis yaşamdır ve her yaşam gibi onlar da ölümle er ya da geç buluşacaklardır. Yaşama bağlılıkları ve sevgileri onları ölümden kurtaramayacaktır. Yaşam, ölümle buluşacak ve yeni yaşamlarda sürecektir. Karnavallardan ayrılanlar ve yeni gelenler olacaktır. Gitarları çalanlar, müziklerini geleceğin Orfe'lerine emanet edeceklerdir. Öridis ve Orfe, yaşamın gerçek bir öyküsünü anlatıyor. Siyah Orfe'nin ölümü, doğumunu getiriyor.

Mira, Serafina ve Hermes gerçek dünyanın derinliklerine açılmayı kolaylaştıran ve yaşamın zenginliklerini getiren öyküler olarak filme katkıda bulunuyor.

Öridis ve Orfe'nin filmdeki öyküsü izlenebileceği her biçimiyle sanatın, özellikle de edebiyatın ve sinemanın alçakgönüllü gücünü gösteriyor. Yaşamın ve ölümün anlaşılamaz görünen karmaşık öykülerini ve denklemlerini, bir karnavalın neşesiyle ve çocukların sevinciyle birleştirmeyi başarıyor. Yıllar sonra Siyah Orfe'nin ışıklarını hatırladığım için mutluyum.

Marcel Camus, Siyah Orfe, Orfeu Negro, 1959

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder